14 Eylül 2013 Cumartesi

HUZURLA İŞİM OLMAZ...TANRIYA ŞÜKÜR...

Çünkü huzurla dünyaya gelmedim ki...
Dünyanın en huzurlu yerinden, bizatihi dünyanın kendisine, yani huzursuzluğa doğdum...doğamda yok yani. Tanrıya şükür gayet huzursuzumdur...
Ben sosyal psikoloji çalışmaya başladığımdan bugüne (yüksek lisans tezimden bugüne, eğitimde insan psikolojisiyle  tanışalı 23 yıl olmuş) huzurun insan için türetilmiş bir ihtiyaç olduğuna kanaat getirdim. 

Sözgelimi, ben huzuru ormanda bulurum. Ormandaki koku çok önemlidir. Ağaç, çürümüş yaprak, toprak, hayvan dışkısı, akarsu, durgunsu, böcek-çiçek, is ve çok uzakta yakılmış bir ateşin kokusu karıştı mı beynimden vurulurum ve huzurun zirvesine çıkarken bütün huzurum kaçar... Deli bir haz duyarım bu karışımdan ve o anda olduğum yere yatar önce vücudumun içine nem, ıslaklık ve aynı anda güneşin dolmasını bekler, sonra deli gibi koşmaya başlarım...genel de böyle de oluyor hemen her sabah...

Huzur bence devinimsiz kan akışı demek. Pıhtılaşmak, donmak ve en zirvede hissettiğin anı dondurmak. Ne kuşlar, ne eylül rüzgarıyla yere düşen meşe yaprağının sesi ne de yağmuru getirdiğini kokusuyla belli edip yağmuru yağdırmayan rüzgar buna müsaade eder. 

Herkes kendi sesini çıkartır doğada bir şekilde...eylül yaprağının kızararak yere düşmesi şairane ve dingin bir an değil, yaprağın dellenmesindendir...huzursuzluğunu aramasından ve varoluşdan çürümeye geçişini seslendirme ihtiyacındandır... yayacağı kokuyla vereceği huzuru bilir aslında ve son bir hışırdama içindir tüm mücadelesi.

Huzuru aramak nafiledir. Ama nafile arayışlar insanı çok çeker. İlişkide huzuru ararken geçen onlarca yılla, çalışmada huzuru ararken geçmeyen onlarca yıl, şahane bir organize kaos yaratır...huzursuzluğa bu kadar insan yapımı açılan bir başka kapı yoktur...hayatta huzuru ararken, kendi doğamız olan huzursuzluğun acımtrak, ekşimtrak ve kıpkırmızı tadını kaçırıp, ardından huzur bulmak için verilen onca mücadele...

Transandantal meditasyonlar, reikiler, kabalalar, sessizlik yogaları, kahkaha yogaları, gurular, türlü-çeşit koçlar hep varoluşumuzu kutlatırken, varolamayışlarımızın vahşi cazibesi hep huzursuzluğun gerçek değerini ve kaçırılmaması gereken seanslarını bilinçaltımızdan kalp atışlarımıza sirayet ettirir...Huzur yetmez, yetemeyecek kadar kifayetsiz, devinime karşı koyamayacak kadar zayıftır. Onun için meditasyon yaptıkça yapasın, koçlaştıkça koçlaşasın gelir...varoluşunu ve doğanı kutlarken içinden çıkıp avaz avaz bağıran 'ben böyleyim, böyle güzelim, böyle doğalım ve kendime yeterimmmm' cini de huzursuzluğunun en huzurlu dışavurumudur...yetmez...yetmeyecek...

Tanrıya şükür huzurla işim olmadı, olmaz...Huzur; o kadar kıymetli bir şey olarak kalsın ki, ona erişmede göstereceğim huzursuzluktan mahrum kalmayayım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder