29 Haziran 2014 Pazar

İZMİR...

Yıllar sonra,
İzmir yeniden
Zamanın, güneşin ve denizin yavaş aktığı...
Eylül şimdiden geldi
Yorgunum ama dostlarlayım...
Ne için yaşıyorum ki?
Gitgeller başladı...
Şehir hiç yadırgamadı
Beni biliyorsun, yeri biliyorsun, buradaki seni biliyorsun...tek yapacağın pasaporttan gevrek çay, sıcaktan alınteri ve seferihisardan mandalina...devam et dedi...
Bu yaşta yorgunluğa dinginlik, konakpierden denize bakmaya huzur, sessizliğe;hasret, sözsüzlüğe saygı demem gerekeceğini bir kere daha öğretiyor izmir...
Biliyordum diyemiyorum...
Herşeyi yine yeniden öğrenmek gerekiyormuş...diyebiliyorum
Eh...

YAZ...

Niye gerçek dinlenme hasreti yazla bütünleşik? 
Bilmem öyle mi?
Niye yolculuk öncesi herşey kendiliğinden düzgün, mutlu ve beden kendini salmaya hasret ?
Yattığın odanda cam açıkken esen rüzgar tülü havalandırırken, dışarıdan duyduğun çocuk, çekiç, martı, kumru ve seyyarın sesi niye müzik? 
Ayağın çok çabuk ısınan çarşafta serin bir yeri kolaçan edip bulduğunda, yüzüne yayılan mayışıklık, terleyen ensenden yastığı bir öyle bir böyle çevirirken duyduğun şükranlı rahatsızlık...
Yaz; hiçbir şeyi değiştirmiyor aslında... 
Gerçek duygumuzu, hissiyatımızı ve özlemimizi sıkıştırdığımız zaman yaz..sanki...
Yaz aşkı mı? Hayır...o gerçek aşk...sadece eylülden itibaren yapay ve rutin gerçeğimiz olduğundan ona yaz aşkı, buna yaz havası, berikine tatil hali diyoruz.  
Bu şekilde çalışmak insan tabiatına aykırı...sen biliyorsun o şekli...
Yazın her yaptığımız aslolan... gerçek...
Sağ lobun efendi, sol lobun köle olduğunu hatırladığımız nadir anlar yani...
Yaz biterken neye özlem duyuyorsak, neye burkuluyorsak neye aç kalmış olarak yola devam ediyorsak...gerçek ihtiyaç ve gerçeklik o...
Yazı unutma...
Hatta yaz...



24 Haziran 2014 Salı

ÇORAP SÖKÜĞÜ

2000'ler; kişisel aymışlık, farkındalık, eşelenme, deşme yılları...duydukça şaşırma, şaşırdıkça daha fazla duyma, daha fazla deşme ve farkındalık arttıkça haz alma, ben artık eski ben değilim-olamam, artık hayatımın ipleri benim elimde, yeter yeterrrrr artık sıra bende yılları... 

Oradaki kurs bitince buradakine sarılma, buradaki bitince daha fazla kendimi nasıl deşebilirim turlarına çıkma, susma, inziva, varışa değil bizzat cörniye odaklanma, aniden üzerimize çöken ağır ağır manalı gülümseme halleri, anlayış, sevgi ve bağışlayıcılıkla dolma, arınma, Mevlana'nın duyulmadık sözlerini deşme, iki ay önce sofra tuzu diye duyduğu Lao Tzu'nun müdavimi olma, yaşlı bilgelerin sözlerinin tamamının kendi hayatı için söylendiğini sanmaya başlama, devinme, devrilme, silkelenme yılları...

Kiminin parası çok, zamanı b..k; ay evde boş boş oturacağıma bari kendimi deşeyim ve hatta erip başkasını da deşeyim, dur yahu fena bişi değilmiş bu işler diyerek...
Kiminin trend bu, ben de bu tren(d)e bineyim diyerek,
Kiminin hakikaten ererek:))
Kiminin 'haydaa kendi elimle canavarlar yarattım' diyerek,
Ama hemen herkesin korpırıt rutin giyotininin kelleyi almadan önce uzattığı son kapılardan biri olarak...
2000'li yıllar...

Çorap söküğü gibi gelecek artık gerisi...yeni bir korpırıt canavar daha...
Laom Tzum; sen bile korpırıtın adamı oldun...

Mark Knopfler: Everybody Pays...

i got shot off my horse
so what? i'm up again
and playing
in one of these
big saloons on main
you can come up here
take a look
around these sinners' dens
you're only ever going to find
one or two real games
nobody's driving
me underground
not yet anyway
but either on the strip
or on the edge of town
everybody pays
everybody pays to play

yeah, you ought to stay
right where you are
in sawdust land
it's probably the
safest place to be
with your
greasy little pork pies
and your shoestring hands
it makes
no difference to me
all those directions
which we never took
to go our different ways
who went and wrote
the oldest story in the book?
everybody pays
everybody pays to play

curl up inside
a boxcar dream
and disappear
with a couple
low roller friends
you were never one
for trouble
so get out of here
i knew the game
was dangerous back then
but nobody's breezing
through these swinging doors
just ups and walks away
everybody has to leave
some blood here on the floor
everybody pays
everybody pays to play



17 Haziran 2014 Salı

ÇEVRECİ BEYİN DİYALOĞU...

- Tut ki anladın...anladıkça ne oldu? 
- Kendimi rahatlattım...
- Niye? 
- İhtiyacım vardı...
- Neye?
- Kendimi rahatlatmaya... 
- Eh zormuş işin...
- Tut ki çözdün; çözdükçe ne oldu? 
- Kendimi çözmüş hissettim...
- Peki sonra ne oldu? 
- Rahatladım...
- Niye? 
- İhtiyacım vardı...
- Neye? 
- Kendimi rahatlatmaya...
- Rahatsız mısın sen?  
- Soranım çok...
- Nerede? 
- İçimde...
- Kaç tane soranın var?
- Çoklar...
- İçlerin rahatladı mı? 
- Soruyorlar hala...
- Ne zaman tam olarak rahatlıyorlar?
- Rahatlamıyorlar...
- Eh zormuş işin...
- Peki sen hiç merak etmez misin, anlamaya çalışmaz mısın?
- Çalışırdım bıraktım...çevreci oldum ben; mümkün olduğunca anlamamaya çalışıyorum...biliyorsun en çok  oksijen yakan organ beyin; yaktıkça karbonmonokside olmuş düşünceyi de doğaya salıyor...karbonsalınmayayım istiyorum...beynimden geldiğince...
- Ama insan düşündükçe, anlamlandırdıkça, deştikçe insan değil mi?
- Bilmem...'doğaya' zarar vermeyelim de...