31 Aralık 2013 Salı

KEYİFLE...DYSTHYMIA...

Çöl görmüştüm; kumsalmış...
yılın son günü,
gözümün önünde çöp taşıyan insanlar, hurdacılar akın akın; gerçekmiş..
aniden ağlamak, sıçrayarak gülmek ve 2013; bipolarmış...
2014 kim ola, nereden gele? 
Aynı yerdense; keyifle... dysthymia...
'Farkındalığa filan geliyorsa', geldiği yere, kendi farkındalığına..
Yeniyim diyorsa; densin ki kendisine, bu hayatta senden benden gayrı gözler seni de gördü, beni de...
Sürekli soruyla git diyorsa...
eyleme ne gerek ola...
sağlıkla geliyorsa; kendisine kul, kendisine köle ola...

Edvard Grieg'den Solveig's Song ve Cash'den Hurt oltugedır...


 

27 Aralık 2013 Cuma

YENİ SON, ESKİ BAŞLANGIÇ...

En yeni sonum; bugün 5 yıldır derse girdiğim İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde son defa derse girmem oldu...

5 yıl önce İzmir'de kendi Üniversitemde son derse girerken İzmir'de de son günlerimdi, farklıydı hissiyat: Yeni bir şehir, yeni bir çevre, yeni bir Üniversite...
Değişmeyen tek şey; gerçek anlamda pırıl pırıl, kendiyle ve hayatla uğraşmaya niyetli öğrencilerdi...hala öyle...

Beni ne ayakta tutuyor çalışma hayatında öğrencilerden gayrı? Kurum? 
Kurum; öğrenciyle köprü oluyormuş bana, bunu bir kez daha idrak ettim. Pek sadık sayılmam kuruma:)

Kapıdan çıkıp sağa baktığımda Süleymaniye ve boğaz, sola baktığımda İtfaiye Kulesi ve bahçe haricinde bakalım hayat karşıma yeni ne manzara koyacak...

Yeni son İstanbul Üniversitesi, Eski Başlangıç öğrencili bir yer olsun...

Saat 16.00 gibi çıktım dersten...bu da bana olsun:
 
 

26 Aralık 2013 Perşembe

KRİZ-MİS

Haydi bir şey kutlayalım, gönüller coşsun, kalpler ısınsın, bir nebze rutinden arınalım envanteri içinde en rağbet görenlerin başında geliyor değil mi kırismis...neyse...
Bu yazı da biraz pesi-mis...

Yahu Çankaya ilkokulu yıllarından bugüne gerek fiziki olarak (bizim ilkokul başbakanlığın dibi, cumhurbaşkanlığının hallice dibindedir) gerek pederin işi sebebiyle bu 'Türkiye nasıl kurtulur arkadaş' rakı-balık mevzuuyla hep kesişip duruyordum, kurtulamadım gitti...

Vallahi ben sürekli şu cümleyle büyüyen bir jenerasyondanım: 'Türkiye; Geleceğin Yıldızı...' 

Arkadaş yaş geldi 47'ye daha hala geleceğin yıldızı...
Memlekette ayın ve yıldızın sorgulandığı günler bile geldi, bir türlü yıldızlı günler gelmedi yahu....
Ben görür müyüm? Mimkin değil...
Benim kızlar görür mü? Mimkin değil...
Ha bireysel olarak görenler oldu mu yıldızı? Çoook....
Bu ülkenin hiçbir vakit neden 'yıldız' değil ama 'uydu' olacağına dair yığınla görüşe ilaveten, akademik tahlile, entel-dantel yorumlara filan gerek olmadan, piyasada kaldıysa Yapı Kredi Yayınlarından Hindistan-Meksika-Mısır ve Türkiye kitabı iyi iş görür. Galiba 1987 yılı yayınıydı...

Herneyse; bir dönem bende de iyi huylu bir tümör vardı ve  tıbbi açılımı da şöyleydi: 
'Bu kadim topraklar ne Mevlanalar, Yunus Emreler, Bektaşi Veliler çıkardı...dayan Anadolu filan...' 
Bu kadim topraklar mı çıkardı bunları yoksa bunlar kendiliğinden çıkıp bu topraklara değer mi kattılar çoook şüpheli...
Velhasıl-ı kelam, sahildeki o meşhur adam var ya...ben ilk kez 10 yaşımda duymuştum...hala denizyıldızlarını toplayıp atıyormuş denize...helalll....



17 Aralık 2013 Salı

İSTANBUL ÇAKRA-FARKINDALIK BORSASI AÇILIŞ SEANSI DİYALOGLARI...

-       Günaydın hocam ben bi çakra açtıracaktım,
-       Seans açılmadı az bekleyin...
-       Aşağı yukarı ne kadara malolur abi?
-       Nerene açtıracaksın sen?
-       Nerelere oluyor?
-       7 fix yer var, sonrası extra...
-       Nereler o fix yerler abi?
-       Arkadaşım alıcı mısın sen sorucu musun? Tükkanın önünü kapama...
-    Yok ben alıcıyım. Mümkünse az çakra açtırıcam üstüne de az farkındalık yaptırayım diyorum, ne dersiniz?
-       Arkadaşım bak, dün işsizlik verileri açıklandı %9.9 çıktı, yarın FED’in açıklamasına kitlendik, bugün sana fiyat zor çıkar burdan, yarın gelsen?
-       Abi pardon ben bağlantıyı kaçırdım da...
-       Güzelim, işsizlik kağıtları hafiften vurdu, yarın Yellen de ortalığı Yellendirirse ekonomi dalgalı seyirden vurgun seyrine geçer, bak kıymetli Türk büyüğü Hakan Şükür istifa etti zaten, diğer Türk büyüğü Ağaoğlu gözaltında deniyor...anladın mı? İşler açılıyor yani...ortalık karışınca kafalar karışacak, işten şutlanmalar, gelecek korkusu, çocukların okulu, kıl-tüy derkene biz patlarız...anladın?
-       Anladım, fiyat veremiyorum diyorsun yani...Abi ben dar gelirli bir insanım sevabına olmuyor mu bu işler hiç?
-       Arkadaşım biz bu iş için kendimize ne kadardır yatırım yapıyoruz biliyo musun sen? Ne kadar emek verdik, dağa-bayıra çıktık boru mu? Yıllarımı verdim ulan hangi sevap?
-       Haa yatırım amaçlı tamam...serbes piyasa şeyi diyorsun. Doğru abi tabi...yalnız Mevlana, Bektaşi Veli, Doğu’daki VanTun abiler, bilimum psikologlar, hatta bazen Maslow filan da hayatlarını vermişler ama hep sevap demişler...
-       Olum o adını andığın kişiler piyasa kırıcılar, mahvettiler ortalığı, camiada sevmeyiz biz pek..
-       Sevmiyonuz ama paso bunların atıflarıyla gidiyo iş...bunlara telif ödüyonuz mu?
-       Yaa bela mısın nesin...burada böyle, işine gelirse yaaa....Bak arkadaşım sevabına da oluyor tabii ama Nepal-Çin-bulursan Konya dolaylarında oluyor..Katmandu filan...bildin mi?
-       Eee abi bu işlerde amaç insanın insana bir el vermesi, bir ruhsal tekamül, karşılıklı doyum, tecrübenin gönülden aktarımı filan değil mi?
-       Değil canım...yani öyle de, değil...sen çok soru soruyon yaa... Bak ne diycem; sana bi kıyak yapıcam yalnız burdan çıkınca kimseye söylemece yok tamam mı?
-       Yaşa abi...ağzımı açmam...
-       Bak şimdi: otur bir sıvot yap önce kendine...bildin mi sıvotu?
-       Yok abi...
-       Ya sıvotta mı bilmiyosun...sitrengt-wiknis-oporçunıti-tıret yuh artık...yani aslında yapabileceklerini nasıl yapamayacağını, yapamayacaklarını da aslında nasıl yapabileceğini gösteren ve günün sonunda bi mok anlamıyacağın tablo....o zaman fayda-maliyet analizi yapacan. Bak bakalım Nepal’e en ucuz uçuş kaç para...Veya sana uçuş gelmez bırak...git şimdi otogara doooğru Kars. Oradan bi şekilde otobosla çin’e kadar gidecen. Yol boyu otobosta yanına oturan ahalinin sana dediklerini bir bir not al...Sonra Nepal-Çin dolaylarında 90­­­ yaşlarında konuşabilen herhangi bir vatandaşa yanaş ve ‘niye ?’ diye sor...
-       Evet ?
-       Ne eveti lan?...O da sana ‘kendin bulamıyorsun benden mi bekliyorsun kömüş’ mealinde bir şeyler diyecek...
-       Evet?
-       Eveti sepeti bu...
-       Eee ben niye bunu duymak için bu kadar eziyete giriyorum ki?
-       Eee kendini bileydin o vakıt...biraz kadir kıymet bilin ulan...o Çin’e kadar katettiğin yoldur aslolan kömüş...
-       Evet...doğru vallahi...ben kendim bilemezsem elin adamı nerden bilecek...anaaa...vayyy be...
-       Hadi ikile..
-       Abi ben oldum diyebilir miyiz? Bir de siz adam arıyonuz mu??

16 Aralık 2013 Pazartesi

BELİRSİZLİKLE NASIL BAŞA ÇIKILMAZ?

Bireylerin, hayatlarının bazı dönemlerinde yaşadığı ciddi (her ne demekse ciddi artık) belirsizlikle başa çıkma formülü var mıdır bilemiyorum.
Benim yok.
Multipolar oldum bu sefer mesela, 
Eskiye göre tek fark; kendime açıklayamadığım şaibeli bir dinginlik hali...
En azından son 30 yıldır bu konuda başvurduğum atıfım istikrarlı...
Eh bu da bir şey;

 
Hello,
Is there anybody in there?
Just nod if you can hear me
Is there anyone home?

Come on
Now
I hear you're feeling down
I can ease your pain
Get you on your feet again

Relax
I'll need some information first
Just the basic facts
Can you show me where it hurts?

There is no pain you are receding
A distant ship's smoke on the horizon
You are only coming through in waves
Your lips move
But I can't hear what you're saying

When I was a child I had a fever
My hands felt just like
Two balloons
Now I've got that feeling once again
I can't explain
You would not understand
This is not how I am

I... Have become comfortably numb

O.K.
Just a little pin prick
There'll be no more aaaaaaaah!
But you may feel a little sick

Can you stand up?
I do believe it's working
Good
That'll keep you going through the show
Come on
It's time to go

There is no pain you are receding
A distant ship's smoke on the horizon
You are only coming through in waves
Your lips move
But I can't hear what you're saying

When I was a child
I caught a fleeting glimpse
Out of the corner of my eye

I turned to look but it was gone
I cannot put my finger on it now
The child is grown
The dream is gone
I... Have become comfortably numb


9 Aralık 2013 Pazartesi

MÜTHİŞ ŞÜKÜR...

Yani anlamına baktım, genelde 'çok şükür'e atıf yapılmış. Değilse, günahı o sözlüklerin boynuna...
Olsun olmasın, bana o anlamı ifade ediyor her dinleyişimde. 
İnancın vardır, yoktur kime ne...
Ben bu şarkıyı bu adamdan dinleyince tüylerim diken diken oluyor. 
Sözleri çok etkiliyor beni...
Kısa yoldan huzura dokunuyorum.
Gün akşam olmadan paylaşayım istedim...
Efsane Kohen'den olma, Efsane Jeff Buckley'den çıkma...
"Hallelujah"

I've heard there was a secret chord
That David played, and it pleased the Lord
But you don't really care for music, do you?
It goes like this
The fourth, the fifth
The minor fall, the major lift
The baffled king composing Hallelujah

Hallelujah, Hallelujah
Hallelujah, Hallelujah

Your faith was strong but you needed proof
You saw her bathing on the roof
Her beauty in the moonlight overthrew you
She tied you to a kitchen chair
She broke your throne, and she cut your hair
And from your lips she drew the Hallelujah

Hallelujah, Hallelujah
Hallelujah, Hallelujah

Baby I have been here before
I know this room, I've walked this floor
I used to live alone before I knew you.
I've seen your flag on the marble arch
Love is not a victory march
It's a cold and it's a broken Hallelujah

Hallelujah, Hallelujah
Hallelujah, Hallelujah

There was a time when you let me know
What's really going on below
But now you never show it to me, do you?
And remember when I moved in you
The holy dove was moving too
And every breath we drew was Hallelujah

Hallelujah, Hallelujah
Hallelujah, Hallelujah

Maybe there’s a God above
But all I’ve ever learned from love
Was how to shoot at someone who outdrew you
It’s not a cry you can hear at night
It’s not somebody who has seen the light
It’s a cold and it’s a broken Hallelujah

Hallelujah, Hallelujah
Hallelujah, Hallelujah

You say I took the name in vain
I don't even know the name
But if I did, well, really, what's it to you?
There's a blaze of light in every word
It doesn't matter which you heard
The holy or the broken Hallelujah

Hallelujah, Hallelujah
Hallelujah, Hallelujah

I did my best, it wasn't much
I couldn't feel, so I tried to touch
I've told the truth, I didn't come to fool you
And even though it all went wrong
I'll stand before the Lord of Song

With nothing on my tongue but Hallelujah

8 Aralık 2013 Pazar

'ÖNCE BEN' AÇMAZI...

Biz de çok soruyoruz sohbet ve eğitimlerimizde; Bu dünyada önce kim? 
Artık cevaplar koro halinde yükseliyor: BEEN !!!!
'İnsan önce kendine oksijen almazsa yanındakine nasıl verecek' doğrusundan yavaş yavaş sapmalar gözlemliyorum ben son 5-6 yıldır...
Sapmalar, oksijenin tamamını bireyin kendisine ayırmasına doğru gidiyor gibi...
Özellikle de 'önce ben', bireyin geç yaşlarında keşfedilmişse...
İlişkilerde, aile-içi ilişkilerde, iş ilişkilerinde 'önce ben; zaten geç bulmuşum, tamamen ben'e' dönüşmeye başladı diye düşünüyorum...
Tabii kısıtlı bir çevre ve örnekleme dayandığımı söylemeliyim...hissiyat işte !
Acaba bunun, bireylerin kendilerini sürekli sorgulamaya iten hayvani iş ortamıyla ilişkisi nedir?
  • 'kaliteli zaman geçirmek,
  • farkındalık, 
  • anlık hazların hiç birini ertelememek (çünkü hayat çok kısa canım), 
  • adını bir türlü koyamadığı ama hep ruhunda hissettiği  aşkımsı halet-i ruhiyeyle yıkanmak,
  • hergün yeniden doğmak (ama gerçekte neye onu bilememek), 
  • veciz sözlerin tamamının kendi hayatı için söylendiğine uyanmak,
  • aslolanın yolun sonu değil bizatihi yol olduğunu kavradıkça, daha çok şey kaçırdığına olan inancını da artırmak, 
  • böylece yolda kendisini alıkoyan veya kendi farkındalık düzeyine ulaşamayan yoldaşları hızla geride bırakmak' 
gibi durumlar, 'önce ben'e' hasret yurt insanını sosyal ve psikolojik açıdan daha çoook yoracak gibi...

Ben bunu biraz şu duruma da benzetiyorum: 1980 sonrası 'dışa açılmayla' birlikte havaalanlarının, duty freelerin, Oxford Street'in filan dolup dolup taşması gibi sanki...
Allahtan artık oradaki bütün 'nimetler' burada da var da bunların hiçbiri yaşanmıyor.
Artık gözler 'butik butik' bakıyor...
Sindirildi yani bu işler çoooktaann...Paris, Prag, Viyana filan banal... ayağa düştü...
Bakalım 'önce ben' nasıl sindirilip ayağa düşecek...






BUZ

Buz;
Sadece soğukken değil
Yanarken
Kendimi kandırıp kandırıp, 
Giderken,
Buz;
Sadece gece ayazında değil
Şafak beni sökerken
Anarken seni, buz...
Ankara itip, İzmir çekerken
İstanbul kendi meşrebindeyken
Buz


5 Aralık 2013 Perşembe

DÖN DOLAŞ...VAKTİDİR...

Aralık; muhasebe ayı...
bazen aylık,
bazen yıllık,
bazen kalan, 
bazen geride bırakılanlar,
için...
bazen evine döndüğünde; orası her nereyse,
kapıyı kapattığında başlar muhasebe,
bazen zihninin hiç kapanmayan kapısının eşiğinde,
geleni kabul ettiğinde mizan tamam da,
gelen nereye?
borca mı, alacağa mı?

kaza ile takip edenler biliyordur; 
benim muhasebecim Knopfler,


PRIVATE INVESTIGATION...
It's a mystery to me - the game commences
For the usual fee - plus expenses
Confidential information - is a diary
This is my investigation - it's not a public inquiry
I go checking out the reports - digging up the dirt
You get to meet all sorts in this line of work
Treachery and treason - there's always an excuse for it
And when I find the reason I still can't get used to it
And what have you got at the end of the day?
What have you got to take away?
A bottle of whisky and a new set of lies
Blinds on the windows and a pain behind the eyes
Scarred for life - nocompensation
Private investigations


Rudiger'ı unutmuşum mizana eklemeye...
 

4 Aralık 2013 Çarşamba

TAM O SIRADA...




Tam o sırada; bu delidolu Venezüelalı Gustavo Dudamel°  Brahms'ı çıkartır şapkadan ve ben tam o sırada;

...ormanı düşünüyorum,
...perilerin cinlerini, şeytanların meleklerini,
...seni; asla...
...şımarmak istiyorum bu hayata biraz,
...herşey hakkım gibi gelsin bana, 
...ve hakkım olmadan gitsin istiyorum; sen dahil...
...düşündüğüm, yaptığıma söz geçirsin,
...kontrollü bir ruh felci istiyorum mesela,
...hesap vereyim ama, 
...şimdiye kadar verdiklerime sayılsın istiyorum...
...tam o anda durayım; 
...sen yürü, ben kalayım istiyorum...

°(meraklısına: The Intelligent Life dergisi yaz dönemi sayısında yakın geleceğin belki de bu en müthiş şefine dair çok doyurucu bir inceleme var)

'BİLİNEN BİLİNMEYEN'İN ETTİĞİ...

'Bilinen bilinmeyen' diye bir kavram var. 
Ben öyle diyorum yani... 
Tabii ki, bir çok başka söylenmişliği var... 
Ben 'bilinen bilinmeyen' deyorum...
Şöyle oluyor; işin nereye gittiği (veya gitmediği) belli, ancak 'dur bakalım'la başlayan manzumelerle umutvar ve mistik bir yapı oluşturunca, 'bilinen bilinmeyen' oluyor...
Niye böyle diyorum; aslında birey, netameli bir yola girdiğinde, bilinçaltı ve bilinçüstü organize bir kaos şeklinde yolun sonunda ne olduğunu bireyin 'beğenisine' sunmaya başlıyor. 
Birey - olağanüstü fırsatlar ve saldım evrene, döndüm evrime ihtimallarini dışarıda tutarsak:)) - elinden gelen hemen herşeyi yaptıysa, dingin ve akil düşünüp ve hatta akile danıştıysa ve hemen her bilinçüstü ve bilinçaltı 'akli' ona aşağı yukarı benzer yolu gösteriyorsa..ama;
Ama kalbi elvermiyorsa, o zaman bilinçli ahenk durumundan bilinçli ahenksizlik durumuna geçiliyor ki, kimi durumda gerçekten elden gelen herşey yapıldığı halde, 'yapılmamış, denenmemiş, haydi devam' akordsuzluğu baş gösteriyor... 
Yorucu, can sıkıcı ve işin kötüsü bazen bireyi 'yetersizim' algısına sürükleyen bir süreç oluyor...
Ne yapmalı ? 
Zaten yapıyoruz... nasıl mı?
Şuna geldiğimizde; 'önce sağlık olsun, herşey olacağına varıyor, bunda da bir hayır vardır...'
Nasıl tanıdık mı ?


1 Aralık 2013 Pazar

KÜNK...

Künk gibiyim...
Cuma günü saat 17.30 gibi derste çok okuyup-çok düşünen öğrencilerden biri dedi bunu bana.
'Hocam, bazen künk gibi oluyorsunuz, anlatırken gözleriniz amfide bir yere takılıyor, kimseyi görüp duymuyorsunuz, farkında mısınız? ' diye sordu...
'Bu bazılarımızı biraz endişendiriyor, çünkü anlatmaya devam ederken bizi farketmiyorsunuz...'
'Peki sonra nasıl geri geliyorum?' diye sordum...
'Aynı şeyi yaparak; yani gözlüğünüzü çıkarıp yüzünüzü ovuşturuyorsunuz' dedi...
Pek de şaşırmadım...
Bu hal hoşuma gidiyor; anlattığımdan kopmadan kendimden kopma durumu:))
Bir kaç parçaya bölünüp, düşündüğüm herkesin anını yaşamaya çalışıyorum, babam gibi...
Referansımı biliyorum da, referansımın durumunu beğenmiyorum...
Şunu anlıyorum: künk gibi olunca kaçıyorum bu diyarlardan. 
Yetişkin olamıyorum o vakit, zaten çoğu kez yetişkinliğe yetişemiyorum, pişemiyorum...
Benim pişmeyle başından beri aram yok, 7 ay bekleyebilmemden zaar...
Ama künk gibi olmak ve bunun tesbiti, kulağıma baharatlı şeyler fısıldıyor.
Jacqueline'nin gözyaşlarını, Jacqueline'nin kendisinin çalışını fısıldıyor mesela...baharatlı ve künk gibi...


 

 

2013 İNSANI FALI

Doğum tarihi: Farketmez
Burcu: Macun burcu (2013 Ocak ayında sıkıldı, daha da 'tüpe' geri girmez)

Özellikleri:
  • Neandartalden hemen hiç farkı yok, temelde sabah yemeyince kan beynine sıçrıyor,
  • Habire kuru gıda yerse dışkılamada zorlanıyor,
  • Miğdeyle ve dışkılamayla ilgili problemi varsa, sırasıyla ayped, meditasyon, sinema, yoga, kişisel gelişim vb, televizyon filan hikaye oluyor...vizyon-misyon kalmıyor...gergin gergedan gibi geziniyor...kısa ve orta vadeli düşüncelerine genel bir pesimizm hakim olabiliyor...neandartal gibi...
  • Neandartal'in ' bugün ne yiycez ? nasıl koruncaz bu hayattan?' sorunsalıyla tamamen aynı sorunsalı paylaşıyor ama özneleri biraz farklı...Biri mamudtan bezmiş ateşe yürüyor, diğeri yaşadığı hayatın mamudizminden bezmiş ateşe yürüyor... 
  • Biri ne bulursa onu yiyor (kurt, kuş, pegasus, dinazor ve denizden babası çıksa babası vb..) diğeri de yaklaşık bunları yiyor ancak salmon tütsüsüne bulanmış ördek götü, keçi peyniriyle terbiyelenmiş ahtapot vantuzu, agnus dei müziğiyle sunulan galapagos yosunu şeklinde...
  • Biri gerçekten yaşıyor varolmak için, diğeri varolduğunun köküne kadar farkında ve bilinçli ama yaşayamıyor...habire; cevaplarını zehir gibi bildiği ama kendine soramadığı soruları için başka 2013 insanı arıyor...diğeri direkt devam ediyor...
  •  Neandartal doğadan bulduğu düz ve sağlam bir fındık ağacı sopasına dayanarak tüm hayatını geçirirken, 2013 insanı önüne sunulan milyonlarca 'tüketim seçeneği arasında oradan oraya saldırırken' neandartal öncesi maymununa dönme yolunda hızla ilerliyor...
  • Neandartal'e, 'yeterince bilge misin diye sorduklarında sadece bakıyor', 2013 insanı bilge olduğunu kanıtlamak için abandıkça abanıyor, ama yukarıda sadece canlandırma olan bir tane neandartal fotoğrafı gibi fotoğrafı yok...her türlü sosyal medya ortamında milyonlarca fotoğrafını sağa sola yetiştirirken...
  

27 Kasım 2013 Çarşamba

NASIL OLUYOR DA OLUYOR ?

Önce iki Miguel Serrano sorusu, ardından benim sorular:
  • Nasıl oluyor da, 'artık bir fotoğrafın teknik büyüsü ve 16 megapikseli, doğuluları Tanrı Vishnu'nun aniden belirmesinden daha fazla etkileme ve onlarda şiddetli ruhsal güçler uyandırma kapasitesine sahip oluyor ?  '(Serrano, s.101)
  • Nasıl oluyor da Batıda arkaik büyünün teknikleri, teknolojiye boğulmuş beyaz adamı büyülemeye başlıyor?' (Serrano, s.102)
  • Nasıl oluyor da 'doğuya rasyoneli bu denli öğretmeye meraklı batı, rasyonel işgününü müteakip, şakır şakır çakra açmaya, meditasyona, yogaya, mistisizme koşuyor?
  • Nasıl oluyor da, rasyonel aklın, bu ara en çok para kazandığı tema doğu kaynaklı öğretiler oluyor ve bunları batılı eğitimciler doğulu sivillere anlatıyor:))
  • Nasıl oluyor da doğunun içe dönme yöntemleri, kolektif bilinçdışına yetmemeye ve dışa açılmaya başlıyor?
  • Nasıl oluyor da aslolan bilinçdışıyken, bilinç bize hükmetmeye çalışıyor?
Belki de Jung'un dediği gibi: 'Eğer Tanrı dünyasını öngörebilseydi, dünya duyarsız bir makineden, İnsanın varlığı da fuzuli bir mahluktan başka bir şey olmazdı...
Aklım bu son olasılığı tahayyül edebiliyor, ama tüm benliğim buna 'Hayır' diyor...'

 

26 Kasım 2013 Salı

47 MERHAMET SOKAĞI...

Peter Gabriel dinliyordum. 
Hayatımı her dönem sarsmış olan Mercy Street'ini...
Sonra, bir kere daha Anne Sexton'ı okumaya başladım...
45 Mercy Street...
Parçaya ilham, Gabriel'e güç, bana da ruh katan şiiri...

Acaba 47 Merhamet Sokağı var mı? 
Sıkışınca, soğuk kaldırımları sıcak kol gibi dolanan,
Bembeyaz karlı yollarında iğde ağaçlarının, bellerine kadar eğilip selam durduğu,
Ana-Babanın sonsuz bağışlayıcılığının pencereden seslendiği,
Kudretin, güçün sadece saklambaçta saklandığı,
Hayatın sormaz, zamanın akmaz olduğu...
47 Merhamet Sokağı orada mı acaba?
Ben gördüm geçenlerde...
Geçerken hayattan, camın dışından bakıyordu...
 
PETER GABRIEL-MERCY STREET

Looking down on empty streets, all she can see
Are the dreams all made solid
Are the dreams all made real

All of the buildings, all of those cars
Were once just a dream
In somebody's head

She pictures the broken glass, she pictures the steam
She pictures a soul
With no leak at the seam

Lets take the boat out
Wait until darkness
Let's take the boat out
Wait until darkness comes

Nowhere in the corridors of pale green and grey
Nowhere in the suburbs
In the cold light of day

There in the midst of it so alive and alone
Words support like bone

Dreaming of mercy st.
Wear your inside out
Dreaming of mercy
In your daddy('s arms again
Dreaming of mercy st.
'swear they moved that sign
Dreaming of mercy
In your daddy's arms

Pulling out the papers from the drawers that slide smooth
Tugging at the darkness, word upon word

Confessing all the secret things in the warm velvet box
To the priest-he's the doctor
He can handle the shocks

Dreaming of the tenderness-the tremble in the hips
Of kissing Mary's lips

Dreaming of mercy st.
Wear your insides out
Dreaming of mercy
In your daddy's arms again
Dreaming of mercy st.
'swear they moved that sign
Looking for mercy
In your daddy's arms

Mercy, mercy, looking for mercy
Mercy, mercy, looking for mercy

Anne, with her father is out in the boat
Riding the water
Riding the waves on the sea