21 Şubat 2013 Perşembe

RUH HALİ

Ruh hali sorulduğunda 'idare ediyoruz' denen hal mümkün olan bir hal değil. Nitekim hayatı idare ediyoruz anlamına doğru gider ki hayatı idare edemeyiz (Allahtan edemiyoruz bir o kaldı idareye/yönetmeye soyunmadığımız). Olana ve gelene çözüm aramak daha anlamlı olabilir, yönetmek değil. Yönetilebilen her zaman çözümlenebilir olmuyor ya. Nereden mezunsunuz? Yönetim bilimlerinden...Yönetimin bilim değil enstrüman olduğunu kavradığımızda işletmeci, iktisatçı vb enflasyonu da sona erer, sağ salim kurtuluruz. Yoksa mutluluğun dahi yönetilebilen ve yönettikçe ulaşılabilen bir olgu olduğunu dinlemeye devam edeceğiz. Bu noktada nedense çok sevdiğim bir Flaubert alıntısıyla bilogun bu yazısını yönetmeyi bitireyim !!!

'APTALLIK, BENCİLLİK VE SAĞLIK MUTLULUK İÇİN ÜÇ ÖNKOŞULDUR; ANCAK BU ÜÇLÜDEN APTALLIK EKSİKSE DİĞER İKİSİ BİR İŞE YARAMAZ...'


Benim ruh halini de araya sıkıştırayım istedim; el emeği göz nurudur...





17 Şubat 2013 Pazar

KIVRANANLAR...
Bugün sabah bir programı izlerken (sessizliğe yeğlerken) katılımcılara kulak kabarttım. Kendine emek vermiş, Türk eğitim sisteminden azami fayda çıkartmaya çalışmış (uzak yoldan gelmiş yani, yorgun...) bireyler kendini anlatmaya kıvranıyor...
Zorundalar; çünkü hiç emeksiz, fark yaratmak için soytarılığa evrilmiş, tuhaf bireylerle dolu (evlerdeki televizyonların ve piyasanın zaten tam da bunu aradığı) bir ortamda nasıl idame ettirecekler hayatlarını? Biraz dingin, biraz sessiz kalmanın, kendini bilmenin, 'renksiz, ışığı yok, enerjisi düşük, potansiyeli yok, çakra kapalı vb' değerlendirildiği bir gündemde herkes kıvranıyor kendini anlatmaya. Berikiyse o işin uzmanı: yeni ve bilinmedik kavramlarla, lehçelerle, şortkatlarla, jest ve mimiklerle ve manyakça özgür giyim tarzıyla !! konuşmaya başlayınca, emek verdiği halde tüm bunlara çook uzak kalan, haliyle yavan kalıyor. Piyasa da yavanı öğütüyor...
Eh o vakıt hep beraber kıvranmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Tuğcu romanı gibi oldu: Kıvrananlar !!!

Bu paragrafa ve bana uygun olduğunu düşündüğüm Susan Cain'in içedönüklükle ilgili TED konuşmasını da iliştiriveriyorum.  (Füsun arkadaşımızın vişneçekirdeği blogundan esinlenerek) 


13 Şubat 2013 Çarşamba

SOSYOPATLIĞA DOĞRU ADIM ADIM ?

Konuyu açtık madem, biraz da benim kitaptan alıntı yapayım, bakalım üzerine konuşma ihtiyacı olur belki:
 
'Hissedarlar acaba toplum dışı varlıklar mıdır? Hayır…ancak değişen paradigmayla beraber toplumda kaybolan sosyal bilinç’in en ön sıradaki temsilcileri haline gelmişlerdir.

Sosyal bilinç kaybına şirketler ve çalışanları açısından şu şekilde bir açıklamada bulunulabilir: Şirket sahipleri, yöneticileri ve çalışanları olarak, büyük çoğunlukla iyi niyetli ve ahlâklı bireylerizdir. Her birimizin ait olduğu toplumsal katmanlar bulunmaktadır. Her birimiz anneyiz, babayız, eşiz, arkadaşız, sporcuyuz, müzisyeniz vb. İçimizde mutlaka çok idealist, hümanist hatta aktivist düzeyde bireyler de bulunmaktadır. İdeallerimizi ve dünyanın daha yaşanabilir bir yer olması çabalarımızı kendi mesleğimizi icra ederek yapmak amacında olabiliriz. Mesleki gelişimimiz bize bu fırsatı maddi-manevi sunuyor da olabilir. Ancak yönetici-çalışan konumundayken görev tanımımız açıktır: Önce şirketimizin çıkarlarına en uygun karar verilecektir. Bu verilen kararlar bizim idealist-hümanist-aktivist yapımıza tamamen ters olsa da, bu durumu kendimize açıklamakla yükümlüyüz ve artık bu konuda çok “profesyonellişmiş” durumdayız. Profesyonelleşme ise yeni paradigmanın övdüğü ve yücelttiği bir kavramdır. Ne kadar çok profesyonel olunursa o denli “iktisadi, dolayısıyla rasyonel” akıl temsil edilebilecektir.

Bu bağlamda, psikopati konusunda dünyanın önde gelen biliminsanlarından biri olan Prof. Dr. Robert Hare’in bir söyleşisindeki görüşler mutlaka dikkate alınmalıdır:

“Şirket uzmanları olarak hareket ettiklerinde, insanların takındığı çoğu tutum ve giriştikleri eylemler psikopatik olabilmektedir. Ürünlerini satın aldıkları sürece insanların başına ne geldiğini özellikle merak etmezler. Şirket hedefleri peşinde koşarken çoğu kez başkalarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarına ve bazen zarar vermelerine rağmen yöneticiler psikopat değillerdir aslında… Şirket dışında yaşamlarında normal işlev görmektedirler; evlerine gidip aileleriyle sıcak, sevecen bir ilişki kurup, çocuklarını, eşlerini sevmekte ve arkadaşlarını, kullanacakları şeyler olmaktan çok, gerçekten de arkadaşları olarak görmektedirler. İşinsanları bu yüzden, şirket ve şirket dışı yaşantılarının birbiriyle çelişen ahlâki taleplerini bölümlere ayırabilmektedir ve bu durumdan teselli bulmaları gerekmektedir, tam da bu şizofreni, onları psikopata dönüşmekten alıkoymaktadır” (http://www.youtube.com/watch?v=ui9C6xVpVf0).

Yani yaşamı bölümlere ayırabilme yeteneği kazanılmaktadır: İş iştir, ahlâk ahlâktır… Ahlâk iş’te olmayabilir, iş’te olan iş’te kalmaktadır, oradan çıkınca yurttaş, birey, “normal insan” olunmaktadır. Acaba Hare söyleşisinden şöyle bir çıkarımda bulunulabilir mi? Şizofreni; şirketleri psikopat olmaktan kurtaramasa da bireyleri psikopat olmaktan kurtarmaktadır… Yine de 11 Eylül 2001’de uçaklar ikiz kulelere çarptığında Tüketim Ekonomisi ve Küresel Ticari Dünya’nın iktisadi aklı refleks olarak şu soruyu sorarken birey olarak biz neyi sorduk acaba: “Borsa, altın ve parite ne olur?”.

12 Şubat 2013 Salı



                                 RAHAT BATSIN !!!

Merhaba

BLOG AÇTIK BUYRUNNN...

Efendim bilog açtık lütfen elinizi korkak alıştırmayın, buyrun...

Şöyle bir açılış yapalım, alıntıyla karışık: 'Çağımız kendisine sadakat yaratmada büyük bir başarı sağlamıştır ve bundaki kilit etmenlerden biri tatminin sadece mümkün değil, kolay hatta kaçınılmaz olduğu yanılsamasını yayma becerisidir.Düzenli yaşanan ekonomik krizler bu yanılsamanın maskesini indirirler indirmesine ama genellikle yanılsamanın gerçek yüzü sadece belli kimselere, kısa süreliğine ve sınırlı görünür. Sistemin mekanizmaları sorgulanır ama sınırsız kişisel özgürlük ve seçenek olduğundan herkes herşey olabilir ve herşeyi elde edebilir varsayımı sorgulanamaz. Ne düşünce ne çaba gereklidir. Sadece istemek, olmaya, edinmeye yeter. Reklamlarla sinsice ve kişisel gelişim endüstrisi tarafından pompalanan mesaj budur. Ve simgesi 'İyi Günler' olan 'Şen Şakrak Kişilik' çağın idealidir. Ama ciddi bir problem de var tabii: Rol yapmayacaksınız...Öyle olunca iyi günler dileyen gülümser çağın şen şakraklarının gittikçe daha fazla anti-depresan kullanmasına şaşmamak gerekiyor. Işıltıyla gülümseyen şen-şakrak depresifler çağın fenomeni haline gelmiş bulunuyor.
Özdisiplin gibi konular da bitmiş vaziyette. Aleni otoriteyi temsil ettiği varsayılan Devlet Başkanları ve Başbakanların özel hayatları, cinsel tercihleri ve hatta ilişkilerinde kullandıkları 'objeler' bile tirend topik olunca, dinsel liderlerin bağış toplamak için paraşütle inanç atlayışı yapmaları ve yöneticilerin şirket bültenlerinde yayınlanan, outdoor aile yakınlaşması 'iventlerinde' pantolonları yerde, (affınıza sığınarak) kıçları krem peynirle dolu fotoğrafları vaka i adiyeden sayılıyor. Ee sorun ne peki? Baskı yok herkes özgür, şen-şakrak, dimağlar ve çakralar açık, herkes kuul (bi o doğru zaar; u'nun birini attınmı öze döndün dimektir). Herşey mübahsa herhangi bir şey için söz söylemenin de gereği yok mu acep?? Hadi bıyrın...Bılogu açtık hayrattır....