29 Mart 2015 Pazar

NİYE METAFOR ? DİYE SORUYORLAR HABİRE...

Çünkü metafor hayatın özüdür diye düşünüyorum. 
Başka sen benim coşanımı, duranımı, maniğimi, depresifimi nasıl anlarsın?
'Anlayamıyorum, nereye çeksem oraya gidiyor o zaman' diyenim çok..
Çek gitsin...
Ben doğuluyum...
Metaforsuz duramam,
Bütün'ü anlatamam batılı gibi. Ne diyeceğim? 

İki karşıt şeyden hangisi doğru hangisi yanlış diye bakamam batılı gibi...
Birini illa ki yanlışlamak-reddetmek için...
Tevfik Fikret'te, bir çok batılı Fen bilimcide olduğu gibi, Monsieur Fanet'nin 'ölçemiyorsan yoktur' sözlerine mel mel bakmışlığım ondandır.

İki karşıt şeyin öğelerine kızmam, sevmem, delirmem, aldırmamam, mümkünse 'e napayım yahu' diyerek olduğu gibi kabul etmeye çalışmam ondandır...
Ne bileyim Özdemir Asaf'tandır, Sait Faik'tendir...
Sentez diye bir şey var...yok mu?

Geçenlerde bir kitapta okudum; Amerikalıların en sevdiği atasözlerinden birinin; 
'Yarım ekmek hiçten iyidir' olduğunu...
Ve akabinde okudum Çinlilerin; 
'Çok mütevazi olan, yarım mağrurdur'unu'... 
Daha ne diyeyim...

Metafor kullanıyorum evet, çok sayıda...
Kulağı göstermek için yolu dolandıranlardanım.
'Direk söyle, gerçek duygunu, dolandırma, anlayamıyorum' diyenim çoğalıyor haliyle...
Deyemeyorum. 
Metafora bak halımı anla:))

Nehir hep akar; ama hep kendidir...
Heraklitos

12 Mart 2015 Perşembe

TEK YOL: DEV-ŞİZOFRENİ


Şizofreni; endüstrileşmenin ve modernitenin semiren çocuğu...
Batılı ülkelerde daha vahim, daha sert ve daha acımasız…
Son 50 yılın araştırmalarıyla sabit bu.
Gelişmiş ülkelerde çoktan tahtta, yeri sağlam… Gelişmekte olan ülkeler ise özel diyetinde; körpecik vatandaşlarını çıtır çıtır yiyiyor…
Bir kaç konuyu merak edip duruyorum nicedir, bir yazayım bakayım.

Mesela çıkış noktasını şöyle tanımlasak da oradan bir yola çıksak?
Bugün kültürel devamlılığın üzerine oturduğu altyapı= Kapitalizm-Bilimsel Materyalizm ve Serbest Bürokrasi (Ben öyle diyorum…Herşey serbest, bürokrasi kalktı diyene de…b.k kalktı diyebiliyorum)…bunun devamında da: Homo-tüketimos-dolayısıyla faydacılık-dolayısıyla açgözlülük-rekabet ve ayak kaydırma…ben buradan yola çıktım bile…

Şimdi bu kültürün tamamen ‘farkında olan’ üst-düzey homo-sapienler, korkuyu bu atmosferde daim kılarak herkese kendini sorgulatma ve gerçek dünyanın farkına vardırma ilüzyonunu hakim kılıyorlar…

Daha önceki blog yazılarımda değindiğim üzere, sosyal medyanın birbiriyle tamamen ilgisiz bir çok dünyevi travmatik konuyu ‘farkındalığın artması gerektiği’ kisvesiyle günlük hayatımıza yapıştırıp ilişkilendirmesi, gözümüze gözümüze sokması (juxtaposition) ‘yarın’ korkusunu, kaygıyı ve genel korkuyu körüklüyor. Bu korkunun aşılmasında da yine ‘farkındalık çalışmalarından’ medet umuluyor…diyorum. Tam sarmal yani…

Bakalım dünyanın önde gelen nöropsikologları, şizofreni üzerine çalışan psikologları, felsefecileri ve doktorlarından (Iain McGilchrist, Louis Sass, Dan Zahavi, Giovanni Stanghellini ve Josef Parnas) bir paçalla konuyu nereye bağlıyoruz…

Bunlardan şizofreni konusunda büyük otorite Prof. Louis Sass’dan devamla:
‘….ben modern insanın bu takıntısına ‘hiperfarkındalık’ diyorum. Benliğin ve öz-tecrübenin öğeleri olan ve mutlaka sezgisel ve bilinçdışı kalması gereken öğeler, garip bir pürdikkatçiliğin öğeleri oldu…Farkındalığın seviyeleri çoğaldı, üredi…Birinin kendi-farkındalığının farkına varması ve devamında bu düzeyle yetinememesi gibi…Bunun sonucunda benim bazı danışanlarımda gözlemlediğim şu oldu: Bir bacağın yürümek için diğerinin önüne gelmesi gereği gibi günlük otomatik eylemlerde bile düşünce felçleri oluşmaya başladı…

Bir danışanım; ‘kendi hareketlerimden emin olamıyorum, ne yapılacağını düşünmek zor değil, onun farkındayım, beni sıkıştıran onu yapabilmek’…dedi.

Bir diğeri; ‘İnsanlar nasıl yapıyorlar gıpta ediyorum, ben önce sen nasıl yapıyorsun diye izlemek ve farketmek zorundayım’ dedi…

Bir diğeri; ‘Herşeyi adım adım yapmam gerekiyor, bu hayatta hiçbir şey otomatik değil artık, herşeyin farkında olunmalı’ dedi…

Bu durumlar size abartılı gelebilir belki ama hergeçen gün artan sayıda insanla uğraşıyorum. Bu hiperfarkındalık olgusu, önce sarsıyor, kendine getiriyor sonra yavaş yavaş insanın kendi vücuduna veya sezgilerine olan inancını törpülüyor (nitekim kazayla senden bir tık daha farkında olanı farkedersen-yani öyle olduğuna kanaat getirirsen- yeni sorgu başlatma sarmalına girebiliyorsun). Louis Sass buna Farkındalık Girdabı diyor…

Hatırlarsak, Erich Fromm modern insanı; ‘yalnız-sıkılmış-hep kaygılı-pasif ve sürekli arayan’ diye tanımlıyordu...

Yukarıdaki beş büyük otorite şizofreniye giden yolu şöyle tanımlıyor:
  1.    Önce hiperfarkındalık 
  2.   Sonra kişisel sezgilerin ve kişilik özelliklerinin törpülenmesi  
  3.     Ve nihayet somut dünyacılık…

Ne enteresan; insanın farkındalığının günden güne artması mutlaka beraberinde özgüveni, deneysel tecrübeyi ve dinginliği getirmiyor.

Bu farkındalık işlerini hayatının merkezine koyup, bir türlü çıkaramayan çok insan görüyorum… Ama asıl gördüğüm halet-i ruhiyenin ‘herşeye kadirlikle-acizlik (omnipotent-impotent) arasında acaip bir seyir izlemesi…

Psikoloji diyor ki: yaygın inanışın aksine şizofreni bölünmüş kişilik değildir. Şizofreni kişinin neyin gerçek neyin hayali olduğunu anlayamadığı bir zihinsel hastalık, bir psikozdur. Zaman zaman psikotik rahatsızlığı olanlar gerçekle ilişkilerini kaybederler. Dünya kafa karıştırıcı düşünceler, görüntüler ve sesler karmaşası gibi görünebilir. Şizofrenlerin davranışları çok garip hatta şok edici olabilir…

Hem korkutucu hem düşündürücü…herkes kendi farkındalığına ulaştıkça dış dünyayla bağı kopartmanın ne sakıncası olabilir:))

Neyin gerçek neyin hayal olduğunu da zaten bugünkü sosyal medyayla (medya hiç sosyal olabilir mi allahaşkına bir kere düşün !) anlamak mümkün olmadığına göre…eh…belki de tek yol…