15 Şubat 2015 Pazar

MELAN...

YAZI UZUN...MERAKSIZINA DUYURULUR !

Melan-cholia, melan-chol, melan-koli: eski yunan, latin vb...
Melan: Kara  Chol: Şikayet hali-huzursuzluk-rahatsızlık
Melanet? Mal'ana: Lanetli yani...arapça...
Etimolojik olarak kökten bağlı olsun olmasın Melan; kara...
Niye?
Bilmem belki şunlar olabilir mi?
1- Yetiştirebilirsem 2016 yılında yayımlanmasını planladığım yeni kitap için sosyal bilincin oluşamadığı durumlarda normal-dışı davranış tanımı ve evrimi üzerine tarihi metin okumaları ve yakalayabildiğim seminer-konferans katılımlarıyla meşgulüm bir süredir. 

Eh haliyle tarih okumaları filan yeniden başladı. Çok kısıtlı yerli akademik literatür var konuyla ilgili (niye şaşırmıyorum acaba). Orientalistlikten sıyrılabilmiş kaynaklar da fazla sayılmaz. Erken Osmanlı'dan bugüne normal-dışı davranışların incelenmesi üzerine rastlayabildiğim kaynaklarda ortak olan ve normal-dışı olarak tanımlanabilecek davranışların pek çoğunda cinsel anormallik vak'aları ve sapkınlıklara bolca rastlanıyor...

Bildiğimiz okuduğumuz tarih dışında bir tarihin olduğunu herhalde mürekkep yalamış herkes ucundan-kıyısından biliyordur. Sadece bizim tarih için değil...dünya tarihinin tamamı için...
Eh bazı olgular için kahin, biliminsanı vs olmak gerekmiyor. Sağduyu-bilinçaltı diye bir şey var Jung'um sağolsun. Bakalım bugün reyting patlatan dizilerin 'hangi sahneleri, hangi konuları' en en çok reytingi patlatıyor?

Baskılanmış ve 'zamanında' yaşanamamış cinsellik, beraberinde temel dürtülerde doyumsuzluk ve hurafe kültürünü de besliyor. Bu durum eğitimsizlik, yoksulluk ve cehaletle birleşince, insanoğlu her türlü davranışsal sapkınlığını sarmalayabileceği kılıf arayışına giriyor. Öyle bir kılıf olsun ki, yaşanmamışlıkları, baskıları, eziyetleri, travmaları, cehaleti de sarıp sarmalasın. 

Bu tür bireylerde, hormonlarla beslenen temel dürtü, eninde sonunda sevgiyle tamamlanmadığında, sadece dürtünün beslenmesi hakim duygu oluyor...
Temel sevgi eksikliği, yaşanamamışlıklarla beslenince, neden-sonuç illiyetiyle beraber, insana dair olan değerlerin tamamı ortadan kalkabiliyor. Kendinden hesap sorabilmeyi gerektiren erdem olarak Vicdan; 'ben kimden hesap soracam peki ulan'a evrilebiliyor. Bu; dürtülerin dizginlenemediği öyle bir haklılık patlaması yaratıyor ki, önüne çıkan artık insan olmaktan çıkıp, enstrüman kimliğine bürünüyor.

2- Peki bize dönecek olursak, mesela Saray kültürünün burada bir ilgisi olabilir mi? Vallahi kitaplarda pek bulamayacağız, ancak 'bir şekilde' duyduğumuz ve hiç de yadırgamadığımız şekilde Sarayın içinde yaşananların Sarayın içinde kaldığı, haremağalarından tutun da, anlı-şanlı padişah aile bireylerine kadar uzanan bir yelpazede yaşananlar ve dahi Osmanlı kıraathanelerinde yaşananlar, çocuklar...vs vs...
Nasıl oluyor da bunlar normalleştirilmiş ve bir tür kültür olarak sarılıp sarmalanabilmiş?  

Çok uzağa gitmeden kadına ve çocuğa yüklenen (yani yüklenmeyen) değere baktığımızda ve bu değerin hangi kaynaklardan beslendiğine baktığımızda karşımıza 'cinselliği-sevgiyi bilmeyen, erkekliğin ahlaken, bedenen, zihnen, dinen, doğuştan bir üstünlük hakkı olduğu öğretisiyle dünyaya gelmiş ve bunu neredeyse genetik olarak almış ve aktarmış ve  ahlakı kendi anlayışına, cehaletine yani işine göre yorumlayan  bezirganlar' çıkıyor. 
Toplumsal hafıza böyle oluşunca, yani 'sapkınlığın tanımını böyle bir erkek yapınca', yönetim de bu erkeğe kalınca, her sapkınlığın normalleşmesi kadar normal olan ne var? 

Hele bir de dinine bağlı, ama kitabını bile okumamış, örneğin Kuran'ı kendi okumamış, ama sorulunca 'Fesüpanallah ne biçim soru tabii okudum tövbeee' kabilinden cevaplar veren ve böylece dini; Kuran'ı okumuş, hatmetmiş ama sevginin evrenselliğini, insanlığını öğrenmemiş, öğrenmeyince kendi yaşadığını normalleştirmiş bezirgandan öğrenmiş, iyi insanlığı 'iyi biat eden insan' olarak öğrenmiş kitlelerle yola devam edince (bir nev'i: İmam böyleyse Cemaat ne yapsın durumu) sapkınlıklar sonuna kadar davranışa dönüşmüş ama hep yenin içinde kalmış...

3- Anadolum...güzel vatanım...bazı sorular açıktan sorulmaz, sorulamaz. Bilinir ama, 'artık olmuş bitmiş'e getirilir. O 'olmuş bitmişler bireyin bilinçaltında bitmiyor işte, temizlenemiyor...
Bu yurdumun güzel insanı, nerede öğreniyor cinselliği, nasıl? Köyde, koğuşta, tarlada, bayırda neler oluyor? Olan niye orada kalıyor? Herkes biliyor da niye anlatmıyor? Niye evleniyor mesela? Sevgiye, hayat arkadaşlığına istinaden pek tabii...bilmem öyle mi? Var mı ki elimizde veri bunlarla ilgili? Adliyeye yansıyan birse, yansımayan kaç? 

4-Nihayet toplumsal hafızadan taşınanlarla beraber; 
Cumhuriyet, dini baskıladı,
Tekkeler, Zaviyeler kapatıldı, gavur alfabesine geçildi,
Koskoca imparatorluk ve onun anlı-şanlı kültürü-ahlakı alaşağı edildi,
Tek partiden ve onun faşizminden kurtulmak gerek,
İkinci Cumhuriyet,
ve Nihayet...

Ben yukarıdaki yazdıklarımın tamamını Nihayete şöyle bağlıyorum:
Nihayet; tekrar Errkekk...
Erkeğin önünde duran tüm engeller kalktı nihayet..
Peki elde ne var sonuç itibariyle (Bir kısmını gazetelerden ve Yılmaz'dan alarak):

“Terbiyesiz hamileler” diyen tasavvuf düşünürümüz var.
  75 yaşında kene’den rahmetli olan kadıncağızın cenaze namazını kıldırırken “fuhuş arttığı için bu tür belalar musallat oluyor” diyen imamız var,
“Eşinin dans etmesine izin veren erkek, deyyustur” diyen müftü yardımcımız var,
“18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsah gözyaşlarıdır” diyen müftümüz var,
 Alo Fetva hattını arayan kadın “eşim, yani öz babası, kızımıza cinsel tacizde bulunuyor, boşanayım mı” diye sorduğunda, “eşiniz özür dilediyse affedin, evlilik birliğinizi bozmayın” diye fetva veren diyanet işleri başkanlığımız var,
Erkek arkadaşı tarafından hunharca öldürülen kızın, anne-babasını suçlayıp, “kızlarına sahip çıksalarmış” diyen emniyet müdürümüz var,
Kadıncağızın göğsünden girip, sırtından çıkan 26 santimlik bıçağa “sapı uzun gösteriyor, aslında öldürücü değil” raporu veren adli bilirkişimiz var,
Erkeğe hakareti bile kadın üzerinden yapıp “gavat” diyen valimiz var,
Belediyelerde seminer verip, “kadın itaat etmeli, imam nikahlı çokeşlilik kadınlar için kurtuluştur, çokeşlilik yasal olsun, kocama bekar arkadaşımı tavsiye ettim, üstüme imam nikahıyla alabilirsin dedim” diyen aile danışmanımız var, 
Haydi Kızlar Okula kampanyasına tepki gösterip, “kızlar okuyunca, erkekler evlenecek kız bulamıyor” diyen il genel meclisi üyemiz var,
Gezi direnişine katılan kızlara “kaltak” diyen akil adamımız var,
“Dekolte giyen kadınlar tecavüzü göze almalı” diyen profesörümüz var,
Kadın heykelini “erotik” bulup, depoya kaldıran üniversitemiz var,
“Kız öğrencilerle erkek öğrencilerin aynı merdiveni kullanması beni rahatsız ediyor, diken üstünde oturuyorum” diyen milli eğitim müdürümüz var,
 Evlilik broşürü dağıtıp “gelinlerin daima susması gerekir” diyen belediyemiz var,
 “Mayo” reklamlarını sansürleyen büyükşehir belediyemiz var, 
Terör sorununu çözmek için “kuma” alınmasını öneren belediye başkanımız var...

Yani yavaş yavaş öze dönüyoruz. Bu öz; kimine çoook yabancı, kimi ise onu yıllardır büyük bir hasret, sevgi ve tutkuyla bekledi. Bence; malesef daha yolun çok başındayız...

Bu işler Melan işler, ama Özgecan'ı okuyunca hala sadece 'bazımızın' kalbini şişler...