31 Temmuz 2016 Pazar

ÜRYAN RÜYA...


Rüyada üryandım. Edward Elgar çalıyordu radyoda. Yanımdan sadece mor parkları ve sis farları açık  gayet parlak kırmızı bir şahin geçiyordu ki Köszen’in tokmağı indi beynime: Ceddin Deden Neslin Baban…
Çocukluğumun mehteranı mı diye perdeye uzanıp açtığımda Jung’u gördüm, pis pis sırıtıyordu: ‘arketip düşmanı bir tipsin’ diye bağırdı…‘Temel aritmetik, trigonemetri, felsefe, mantık müfredatlardan kaldırılıyor bu yıl. Bunun için dersler öğlen bitecek. Okullar liselileri erkenden salacaklar oraya buraya…senin kız liseli değil mi? Nhıahhahaahaha…..diye kahkalar atarken yüzü Herman Hesse’e dönüştü ve fısıldayarak: ‘yetmez ama evet’ dedi…
İzmir yanıyordu…
'Daha da sıcak olacak, hatta 2030 da konyadan sonra ilk çöl burası olacak' dedi Madmax… gördüm poşu takıyordu. Sepetinde yemiş vardı. Bunu yiyip üstüne su içmeyesin sakın dedim.
‘Halk nerede?’ diye sordum? 
'Otobüsleriyle avemelerde yaşıyorlar artık, sen niye dışarıdasın, salak mısın? dedi. ‘Sen hangi halkı sormuştun’ dedi sonra…
Kaç tane var? diye sordum…
'Yürü git kırarım ağzını burnunu dalga mı geçiyorsun lan’dedi. Arabasının sadece park ve sis farları açıktı. Mordu. ‘Hatasız Kul Olmaz’ çalıyordu.
‘Olimposta taş toplayacağım işim var denize gireceğim’ dedim. Döndüm gidiyordum ki, enseme demir gibi bir tokat yedim.
Baktım, Zeus’tu.
‘Gerizekalı bak bakalım deniz kaldı mı dedi’. ‘En son deniz Göcek’te kaldı. Oraya da disneylanddaki oyuncakları tek tek sayabilenleri alıyorlar‘ dedi. ‘Hem de hangi oyuncağa hangi boydaki çocuklar binebiliyor onu da bilecen’ dedi. Bir de…
‘Bir de kimleri alıyorlar oraya ulu Zeus? diye atıldım…ama o :
Şşşşş ses etme Robert Plant Türkan Şoray kipriği yapıyor, çok yaşlandı elleri titriyor şaşırtma’  dedi.
‘Bize ne oldu böyle, burası hala Türkiye değil mi? ben neredeyim yahu? Alt tarafı rüya değil mi bu? Uyanacağım nasıl olsa derken Donald Trump eliyle sandalyeyi gösterdi, ‘otur’! dedi. ‘İki çift laf edelim, birazdan gelirler lafı da ağzımıza tıkarlar’ dedi.
Kim ki onlar? Diye sordum.
‘Kim Khi Klan’ ve Victoria’nın  Sikrıtları’ dedi.
‘Ben başkan olmuştum ama tam mazbatayı alırken biri vıcık vıcık zeytinyağlı elleriyle kıspetimin taa içlerinden tutup ‘ben sana aşığım al beni dedi. Bu kadar kısmetsizlik olur mu derken gözgöze geldik, fena değildi, olur mu olur dedim kalktık geldik. Lakin ‘Hilary’nin iki koca almasından sonra işler değişti. Hilary Kalesi oldu. Kocaları ejderha çıktı. Ağzımıza sı…ı. Al götür bunları buradan, bunları bizim başımıza hep siz sardınız’ dedi.
Bu Türkler bu işi çözer mi sence? diye sordu.
Bu Türkler dediğin biz mi oluyoruz ya amca? dedim.
‘Bırak bu bilmez pozları. Sen de onlardansın değil mi? dedi.
‘Onlar kim ki’ diye sorarken ‘Kim Khi Klux Klannnnn hahahahahahahahah’ diye çığlık çığlığa martılara karıştı. İçimden bir ses ‘sakın simit atma atmaaa’ diye beni dürttü. Dürttükçe dürttü…kolum morarırken serin denizde dalgaların içinde 48 plaka bir şahin gördüm. Sadece parkları ve sis farları açıktı…Müslüm çalıyordu bangır bangır…Hangimiz Sevmedik ki?....çarptı…beraber batarken arka camında nakış gibi işlenmiş beyaz bir şekil gördüm.
‘Haroşa’ dedi…bir terslik oldu…düze çıkar mı bilemem....nasıl olsa batıyoruz, keyfini çıkar' dedi...



28 Temmuz 2016 Perşembe

Yollar nasıl biliyor musun?

Yollar nasıl biliyor musun sonbaharda?
Teli kopmak üzere olan bir gitar sesi gibi 
Akordsuz cız ediyor kalbin
Gökyüzünden bulut geliyor katar katar
O hep gidip, hiç göremediğin en kuzeyden
Serin esiyor, işliyor...
Camdan çam, dağ kekiği ve yağmur kokusu doluyor
Yollar yalnızken o kadar çok hikayen oluyor ki,
Hayatının yalnız yaşanmışlığını doldurup taşırıyor
Yetiyor...
Ve herşey geçerken camından,
Hayat kalıyor...

11 Temmuz 2016 Pazartesi

RÖGAR KAPAĞI

Bayramlar seyranlara dönüşeli epey oldu herhalde...
Herneyse; İspanya'nın kuzeyi Bask bölgesindeydik. Euskadi diyorlar ya...
ETA'nın estiği yağdığı topraklar. Zenginleşmişler iyiden iyiye, İspanya'yı sırtımızda taşıyoruz nidaları filan...
Güzel memleket vesselam. Donostia (bizim daha aşina olduğumuz şekliyle San Sebastian), Hondarribia ve Bilbao'yı gezdik, gördük. Nasıl desem; biraz ege, biraz karadeniz, bazı yerlerde hiç yakışık almayan apartmanlar... izmir kordon şekli gibi... ama yine de tarihi dokuya sahip çıkılmış. Huzur gelmiş ETA'yla barışalı. Her yerde Bask esintisi kuvvetli. Havaaalanı vb yerlerde 3 dil var. İspanyolca-Baskça-İngilizce...
Hava 20-27 gidip gelmekte. Atlantik bol bulut ve yağmur bırakmakta. Eee pireneler de bunu çekip istemekte. Akşamları ciddi serin olabiliyor bu mevsimde dahi. Yani ege esintisini nordik yaşamak isteyenlere (benim gibi) birebir. Öyle İstanbul'un, İzmir'in havasına-kızına güven olmaz filan diyenlere hemen her dakika sözünü yutturacak cinsten bir hava... hiç görmemiştim böylesini...
Evet turizm ofisi görevini ifa ettikten sonra gelelim beni asıl etkileyen konuya: Rögar kapakları...
Yürürken telefonla yere eğilip rögar kapağı çekmekten bitap düştüm. Demir ve çelik, altından neyin geçtiğini ancak bu kadar güzel unutturabilir. Bilmiyorum onun için mi işlenmiş nakış nakış ama böyle rögar kapaklarını görünce altından ne aksa, ne geçse, hangi şebeke kurulsa ne gam...
Yollarda yürürken düşünüp durdum. Neden bu memleket böyle lağım-su-elektrik-telefon-gaz kapakları yapar? Para mı çok geldi diyeceğim, evel-ezel kapaklar böyleymiş...
Acaba günde kaç rögar kapağı çalınıyordur? (niye böyle bir düşünce geldi aklıma acaba?)  Bir sosyal ağ, toplumsal örüntü mü beni bu şekilde düşündüren? Yoksa bizatihi benim mevcudum bu da, bundan duyduğum rahatsızlığı toplumsal örüntüye mi yüklüyorum:))
Neden bu rögar kapaklarını gördükçe aklıma şunlar geliveriyor?
İz bırak
Huzur ver
Rahat ver
Bırak orada kalsın
Biraz düşün, adam ol
Sanat sev be, Elgar dinle
Savaşsanda, terörize etsen de vandallaşma
Eğitilme, öğren
Koyver gitsin
Yapma kardeş, çalma
Ağır yaşa, koşma, yetişme
Yetişme her bir boka...yetişsende, yetişmesende üstünde nakış nakış rögar kapağı altında bok, yetişmesen de...
Ama mutlaka sanatla dinle, sanatla izah et