28 Nisan 2013 Pazar

HAYAT ARKADAŞLIĞI
Dire Straits yılları benim için Ankaramla olan yıllardır. 1980 darbesi ve down to the waterline. Knopfler o kadar uzun zamandır yol arkadaşıdır ki, dün 2 saat 25 dakika kendi kendime konuştum durdum, her satırı, bastığı her notayı yaşadığım yıllara göre tarih dizininde dinledim. What it is'le girip So far away'le çıktı gitti...Konser öncesi kendiliğinden oluşan 'biz bize benzeriz kolonisi' arasında sohbet çok keyifliydi. Knopfler kime hangi yıl hangi parçayla dokunmuş vb... Ama asıl beni gülümseten birbirini hiç tanımayan yaklaşık 20 kişilik bu grubun (15-65 yaş arasıydı) hepsinin Ankara'dan konsere gelmiş olmasıydı...Sonrası dire straits...Konser biterken dedi ki; gücüm yerinde olursa seneye de geliyorum. Ne tuhaf; çocukluğum, gençliğim, yetişkinliğim hep beraber turneye çıkmış Mark'ın yanıbaşında geziniyor hissettim...sağol varol.
 



 

 

24 Nisan 2013 Çarşamba

NE ÇEKTİK BU ŞARKIDAN BİR NESİL...
Çekilmeyecek gibi değil ki. Kendisini beyaz yılan sokmadan önce Deep Purple için şakıyan David Coverdale abimizin bu şarkıdaki performansı beni ve nesil arkadaşlarımı derinden sarsmıştır...Şarkı zaten çok Deep, Coverdale'de Purplelamış...

KÜRESEL KÜLTÜR YARIŞINDA ZİRVE: SOYTARILIK


Bugün Fakültedeki dersimizde Varşova Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Bölümünden Prof.Dr. Dorota Jurkiewicz-Eckert;  'Toplumsal Kimlik ve Kurgulanmış Kültür' konusunda beyinlerimizi provoke eden bir tebliğ sundu.  
Polonya'da Adam Mickiewicz (Polonyalıların efsane şairi) adına devlet eliyle kurulmuş bir enstitünün, 'yeni Polonya kültürü' oluşturmak için girdiği biraz da absürd mücadeleyi anlattı. Çok enteresan geldi bana. Sanki demir perde zamanı ve öncesi Polonya'da hiç bir kültürel ve tarihi altyapı yokmuşçasına yaratılmaya çalışılan, bir nev'i suni bir kültürden söz etti. Polonyalı gençlerin Lech Walesa'ya, Gdansk'a ve hatta kimi yerlerde Chopin'e nasıl yabancılaştıklarını, küresel bir 'yaratıcılık ve farkındalık' liginde Polonya'nın türlü çeşit enteresanlıklarla 'üst sıralarda' yer almaya çalıştığını, bu durumun kendisini nasıl acıttığını anlattı. Böylelikle ben de Anholt-Gfk Nation Brand Index'le ilgili daha derin bilgi edinmiş oldum...Öyke ya herşey ticari bir markaysa devletler haydi haydi olmalı...
Geçen yıl Polonya'yı en iyi tanıtabilecek şarkılar yarışmasında üç yaşlı kadının söylediği ve kabaca 'coco coco coco'dan oluşan derin bir lirik dağarcığına sahip bestenin açık ara birinci olduğunu nitekim küresel düzende 'ne olursa olsun görünür olmanın, kolay ve basit olmanın, absürd olmanın' prim yaptığını söyledi. Ve 2020 yılına kadar Polonya'nın yeni resmi logosu ve mottosunu tanıttı: Logo; Spain ve Turkey'den hatırlayacığınız karakterlerin Polska versiyonu...Motto ise: Poland: The Creative Engine of Europe !
Bilmem tüm bunlar size de dokundu mu...
paylaşayım istedim...

18 Nisan 2013 Perşembe

ZATEN BİLİYORDUK HE Mİ???
YOKSA UNUTTUK MU...YOK CANIM...

Love - Devotion
Feeling - Emotion

Don't be afraid to be weak
Don't be too proud to be strong
Just look into your heart my friend
That will be the return to yourself
The return to innocence.

If you want, then start to laugh
If you must, then start to cry
Be yourself don't hide
Just believe in destiny.

Don't care what people say
Just follow your own way
Don't give up and use the chance
To return to innocence.

That's not the beginning of the end
That's the return to yourself
The return to innocence.

 
GERÇEK BİR HEKİMDEN İBRETLİK SÖZLER...
Hekim diyorum, doktor demiyorum...anlayan anlamıştır...
Dün ortopedi ve spor sakatlıklarında uzman, hekim, profesör, 'akil', 'aydın' bir dostla görüşmeye gittim. Daha doğrusu görüşmeye gitmemiştim ama konu döndü dolaştı çoook enteresan yerlere gitti. 
Özeti şu şekilde:
- ABD'de Chicago Ortopedi Konferansı dünyanın en büyük ortopedi fuarıdır. Dünyanın her tarafından 60.000 doktor katılır. Geçen yıl katıldığımda artık çocuk kırıklarında bile 'sistemin' aileleri hemen ameliyata yönlendirdiğini, renkli renkli çivi ve plakaların çocukların tercihine sunulduğunu ve durumun artık iyice raydan çıktığını gördüm. Niye hemen ameliyat? Çünkü normalde çocuk kırığını iki plakaya sıkıştır o yine kaynar...ama evde geçecek süre 3-6 hafta olacağı için ve anne veya babayı işinden edeceği için sistemin de iş saati kaybına tahammülü olmadığından zırtt ameliyat...ben kendi çocuğuma kesinlikle yapmayacağım şeyi nasıl yaparım yahu...ama ahlak mahlak kalmadı tabii...
- Bir yıl kadar önce 'değerli bir abimiz' bir çocuk kırığında plaka kullanmış...hiç gerek yokken..şimdi çocuk büyüdükçe plaka kırılıyor tabii ve düzeltmek için bugüne kadar 4. ameliyatına girdi...aile uğraşıyor çocukla düşünsene 4 ameliyat...Çocuk yahu çocuk...daha ötesi var mı?
- Boston'a iniyorsun, havaalanından çıkıyorsun herkes ellerde dambıl koşuyor...koşmayanı dövüyorlar Boston'da. Tabii öyle bir endüstri var ki giyimi, kuşamı stepmetresi, elektroniği...tıbben koşmaması gereken bir çok insan bile endorfin bağımlısı olmuş deli gibi koşuyor. Sonra cırt yırtık pırt kopuk...Aynı durum bisiklet için de geçerli. Yok böyle bir delilik...endüstri almış yürümüş millet deli gibi pedal basıyor. Kardeşim senin dizine bu çok sakat bir iş dur yapma diyorum, herif almış aliminyum kasa bisikleti, karşımda he-man gibi duruyor, ışığı, taytı, kaskı...ama diz? felaket..
- Abicim sen tempolu yürü ve yüz, koşma. Kilo ver abicim, antibiyotikten uzak dur, gereksiz ilaç kullanma, neşeli ol, hayatın keyfini çıkar, ilaç kullanma abim...

17 Nisan 2013 Çarşamba

Iron John (Robert Bly)

One of the fairy tales that speak of a third possibility for men, a third mode, is a story called “Iron John” or “Iron Hans.” Though it was first set down by the Grimm brothers around 1820, this story could be ten or twenty thousand years old.
As the story starts, we find out that something strange has been happening in a remote area of the forest near the king’s castle.
When hunters go into this area, they disappear and never come back.
Twenty others go after the first group and do not come back. Intime, people begin to get the feeling that there’s something weird in that part of the forest, and they “don’t go there anymore.”
One day an unknown hunter shows up at the castle and says, “What can I do? Anything dangerous to do around here?” The King says: “Well, I could mention the forest, but there’s a problem. The people who go there don’t come back. The return rate is not good. “That’s just the sort of thing I like,” the young man says. So he goes into the forest and,interestingly, he goes there alone, taking only his dog. The young man and his dog wander about in the forest and they go past a pond. Suddenly a hand reaches up from the water, grabs the dog, and pulls it down.
The young man doesn’t respond by becoming hysterical. He merely says, “This must be the place.”
Fond as he is of his dog and reluctant as he is to abandon him, the hunter goes back to the castle, rounds up three more men with buckets, and then comes back to the pond to bucket out the water. Anyone who’s ever tried it will quickly note that such bucketing is very slow work.
In time, what they find, lying on the bottom of the pond, is a large man covered with hair from head to foot. The hair is reddish – it looks a little like rusty iron. They take the man back to the castle, and imprison him. The King puts him in an iron cage in the courtyard, calls him “Iron John,” and gives the key into the keeping of the Queen.
____________________
Let’s stop the story here for a second.
When a contemporary man looks down into his psyche, he may, if conditions are right, find under the water of his soul, lying in an area no one has visited for a long time, an ancient hairy man. The mythological systems associate hair with the instinctive and the sexual and the primitive. What I’m suggesting, then, is that every modern male has, lying at the bottom of his psyche, a large, primitive being covered with hair down to his feet. Making contact with this Wild Man is the step the Eighties male or the Nineties male has yet to take. That bucketing-out process has yet to begin in our
contemporary culture. As the story suggests very delicately, there’s more than a little fear around this hairy man, asthere is around all change. When a man begins to develop the receptive side of himself and gets over his initial skittishness, he usually finds the experience to be wonderful.

15 Nisan 2013 Pazartesi

KÜRKÇÜ DÜKKANI...
Bir daha ne zaman gelirim diye düşündüğüm çok oldu, 1998'den bu yana. 
Meğer ben gittikçe o peşim sıra gelirmiş, yani o gittikçe ben onu takip edermişim. Döndüm dolaştım kürkçü dükkanına giriş yaptım, aslında hiç çıkmadığım..
 

9 Nisan 2013 Salı

NİYE APOLİTİK OLDUK? OLDUK MU?
Bilmem ben öyle hissediyorum. Yani Siyasal Bilgiler Fakültesinde derse girdiğim halde :)) ve fena halde böyle hissediyorum. Türkiye gelecek nesilleri de etkilemesi çok muhtemel birçok hayati gündemden geçerken, etrafta hiç bir şey olmuyormuş gibi davranan ve 'nedir bunlar yaaa' tarzına yatkın insanları görüp duyuyor gözler ve kulaklar (algıda seçicilik ??)
Böyle olunca da ortalığı -bence- bir çoğu kerameti kendinden menkul aydınımsı zatlar sarıyor. Türkiye'de bu aydın olmanın tanımı da bir enterasan oldu: Roman yazıp, şiir yazdın mı, ortodoks akımların dışında görüş bildirdin mi, ne yazık ki hala sakal bırakıp fular taktın mı, fütursuz bir konuşma üslubu ve agresif oldun mu aydın oluveriyorsun.. gibi geliyor bana... 
Ben bir de şunu gözlemliyorum: İş gereği özellikle Doğu - Güneydoğu sorununda 'aydınlar', isimleri farklı, içerikleri hep aynı seminer ve konferans atmosferinde birarada dura dura, birbirleriyle bağıra bağıra konuşup bundan haz alarak körlemesine bir grup aidiyeti içine giriyorlar. Bu andan itibaren diğer görüşlere karşı (varsa eğer) tahammül ve dinleme erdemlerini (ki muhtemelen aydın olmanın ilk iki unsuru olsa gerek) yitiriyorlar. Ben akademi dünyasında içinde bulunduğum onlarca seminer, ders ve konferansta böyle hissediyorum. İşin daha da kötüsü aydınlar, aydın olmayı, otomatik olarak demokrat olmayla açıklayıp hiç kimsenin fikrini beğenmeme gibi bir noktaya geliyorlar ki ben buna demokratik-faşizm diyebiliyorum. 
Ama sanıyorum kabahat bizde: aydın olana açlık ihtiyacı; her romantiği, sakallıyı, belgeselciyi ve dobrayı ! aydına tahvil edince, gündeme ilişkin kendi görüşümüzü de aydınlara havale etme hayati yanılgısına düştük...şimdi ellerde şarap, fonda klasik ve cazla çoklu medyada 'aydınları' seyreyleyip keyifle geleceğe bakıyoruz...gibi.
Ohhh ne dert ne elem...   

5 Nisan 2013 Cuma

YİNE YENİDEN: UGLY KID JOE GELDİİİ HANIMMMMM...
Yine ne varsa bizim 80'lerde var... hep öyle olur ya:)) ama hep öyle yani. Gerçek müzik, alenktrinkli, fazlı, terli, canlı...
Bu Whitfield Crane (solist) pek akil olmayan bir adamdı zaar. Dağıttı gitti bi ara, ama 97'deki dağılmadan 15 yıl sonra geri gelivediler... Bilhassa 'cats in the cradle' o dönemden burayı bangır bangır bağırıyordu. 80'ler deyorum daha da demeyorum...

3 Nisan 2013 Çarşamba

AKİL ADEMLER-2
Akil ademler belli oldu. Sıralı tam liste aşağıda (biraz piyango tarifi gibi oldu ama napçen artık)
Haydi rastgele...

   
AKDENİZ BÖLGESİ

1. BAŞKAN: RİFAT HİSARCIKLIOĞLU
2. BAŞKAN VEKİLİ: LALE MANSUR
3. SEKRETER: TARIK ÇELENK
4. KADİR İNANIR
5. NİHAL BENGİSU KARACA
6. ŞÜKRÜ KARATEPE
7. MUHSİN KIZILKAYA
8. ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN (İHD)
9. HÜSEYİN YAYMAN

DOĞU ANADOLU BÖLGESİ

1. BAŞKAN: CAN PAKER
2. BAŞKAN VEKİLİ: SİBEL ERASLAN
3. SEKRETER: AYHAN OGAN
4. MAHMUT ARSLAN (HAK-İŞ)
5. ABDURRAHMAN DİLİPAK
6. İZZETTİN DOĞAN
7. ABDURRAHMAN KURT
8. ZÜBEYDE TEKER
9. MEHMET UÇUM

EGE BÖLGESİ

1. BAŞKAN: TARHAN ERDEM
2. BAŞKAN VEKİLİ: AVNİ ÖZGÜREL
3. SEKRETER: ARZUHAN DOĞAN YALÇINDAĞ
4. Hasan Karakaya
5. EROL EKİCİ (DİSK)
6. HİLAL KAPLAN
7. FUAT KEYMAN
8. FEHMİ KORU
9. BASKIN ORAN

GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

1. BAŞKAN: YILMAZ ENSAROĞLU
2. BAŞKAN VEKİLİ: KEZBAN HATEMİ
3. SEKRETER: MEHMET EMİN EKMEN
4. MURAT BELGE
5. FAZIL HÜSNÜ ERDEM
6. YILMAZ ERDOĞAN
7. ETYEN MAHÇUPYAN
8. LAMİ ÖZGEN (KESK)
9. AHMET FARUK ÜNSAL (MAZLUM DER)

İÇ ANADOLU BÖLGESİ

1. BAŞKAN: AHMET TAŞGETİREN
2. BAŞKAN VEKİLİ: BERİL DEDEOĞLU
3. SEKRETER: CEMAL UŞŞAK
4. VAHAP COŞKUN
5. DOĞU ERGİL
6. EROL GÖKA
7. MUSTAFA KUMLU (TÜRK-İŞ)
8. FADİME ÖZKAN
9. CELALETTİN TAŞ

MARMARA BÖLGESİ

1. BAŞKAN: DENİZ ÜLKE ARIBOĞAN
2. BAŞKAN VEKİLİ: MİTHAT SANCAR
3. SEKRETER: LEVENT KORKUT
4. MUSTAFA ARMAĞAN
5. ALİ BAYRAMOĞLU
6. AHMET GÜNDOĞDU
7. HAYRETTİN KARAMAN
8. HÜLYA KOÇYİĞİT
9. YÜCEL SAYMAN

KARADENİZ BÖLGESİ

1. BAŞKAN: YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ
2. BAŞKAN VEKİLİ: VEDAT BİLGİN
3. SEKRETER: FATMA BENLİ
4. ŞEMSİ BAYRAKTAR (TZOB)
5. KÜRŞAT BUMİN
6. ORAL ÇALIŞLAR
7. ORHAN GENCEBAY
8. YILDIRAY OĞUR
9. BENDEVİ PALANDÖKEN (TESK)