6 Mart 2014 Perşembe

DEMİR ALMA ZAMANI VE ONUN HİKAYESİ: EPISODE-3

İzmir...
İzmir enteresan bir yer,
Mart sonbaharımsı, 
Nisan yaz, 
Mayıs yaz, 
Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül cehennem...
Ekim yaz, 
Kasım bahar, 
Aralık, sonbaharımsı, 
Ocak-Şubat sonbaharımsı...
Ben Ankara'dan elimde bir tutam kar ve kışı katık yapıp gelmişim, sorgusuz cehenneme bedava girdim sandım...
Zaman geçmezken, neyle dolduracağını bilemediğin anların şehri...
Hem seviniyorsun, hem kendinle başbaşa kalmanın, kendinle dostluğunu sıkıfıkı etmenin, dolayısıyla kendini çokca dövmenin, sevmenin, hırpalamanın, takdir etmenin doktorasını yapıyorsun İzmirde...
Boğazda su akarken körfezde duruyor...sen onu harekete geçirmezsen zihnin de duruyor, duruyor...'ben açık maviyim böyle kabut et diyor'...
Ama gözün açık maviye alışınca, soldan imbat esmeye başlıyor ve devamında Güzelbahçe-Narlıdere-Urla-Zeytinalan ve Çeşmeyi getiriyor ve Seferihisarı...
Oralar benim soluma denk geliyordu hep Konakpierden seyre daldığımda...yani sağ lobuma...
Sol lobum felçtir benim: Foçaya-Aliağaya-Dikiliye kör kaldım bu yüzden...
İzmir'de üniversitede çalışmaya başladığım sene, kanatlı hamamböceklerinin yarasa kadar olduğunu görünce sadece iklimi değil faunayı ve kültürü de değiştirdiğimi iyice anladım kendi coğrafyamda.
Ama Alsancak imdata yetişiyordu her sefer...Pasaporttan gevrek ve çay, Reyhan'dan portakallı derken üç metrekarede dönmenin tanıdık yabancılığına alıştım. 
En azından beynimi kazıdıkça karşıma deniz çıkıyordu...eh...
İnsanına alışmak da uzun sürdü...sıcak ama senin yabancı olmana hafif sarkastik, dalgacı ama tembel:))
Rahat ama çok rahat...
Levanten seçkinciliği, akdeniz rahatlığı, rakı-çıpra-şevketi bostan ve radikanın yüzyıllarca tarihinden alınan biraz gotik bir güven...
Giriti, Selaniği kendinden bilmenin özgüveni...
Kendine yetmecilik, kendinden olmayanı özendirmecilik ve mutlaka günün sonunda İstanbul'a taş...
Derken,
İzmir'in seni sarıp sarmalayan rahatının tenine nüfuzu ve bağımlılık...
O sıra doktora için ve biraz da İzmir'den kaçış için debelenirken karşıma yıllar alacak bir Londra daha çıkmaz mı ?
Londra'ya yürürken ikinci şarkıya da yürüdüm...
Beni bugüne taşıyan, artık motto mu dersin, zotto mu dersin, slogan mı dersin işte o şarkıdan çıktı: Herşey geçer hayat kalır...
Sonra bir yerde o şarkıyla iki kere dans ettim...birinde üzerimde smokin, öbüründe şort vardı...ama iki dansta da hayatım değişti...üçüncüye doğru...
Bugün o şarkıyla devam...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder