Üniversitede göreve başlayalı 23 yıl olmuş. 2000'lerde öğrencilerimden bana geçen hissiyat şu şekilde:
Hayatları örnek
olay çözerek ve sayıları analiz ederek geçmeye başlayan mezunlar, çalışma
hayatının bitmek bilmez talepleriyle karşılaşınca insani problemleri çoğalmaya
başlıyor. Tükenmiş bireyler çalıştıkları örgütleri enkaza çevirmeye
başlayınca, Yönetimin
Sosyal Psikolojisi gibi içerikler zirveye çıkıyor...
Bugün en çok rağbet gören içeriklerden bazılarını da şöyle görüyorum:
- Ailevi sorunların çözümü,
- Bireylerin duygusal yaşamı ve bireysel arzularla kariyer hedefleri arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi…
80'lerde benzer içerikli derslere ihtiyacın patlamasıyla beraber Profesör Abraham
Zaleznik’in 1985 yılında The New York Times gazetesindeki söyleşisinden
aktarayım: “İnsanları, yönetimden ayrı bir şey gibi tutuyorduk, sanki onlar
yokmuş gibi. Öğrenciler; faydacı ve hesap yapıcı olarak eğitiliyorlardı. Sonuç
olarak, aile hayatının sıcaklığından ve kendilerinden kaçmaya başlıyorlardı.
Halbuki birçok etkili liderin karakteristikleri arasında samimiyet ve
yetiştirme kapasitesi bulunmaktadır”. Kuşkusuz insani problemleri “çözülemese de yönetilebilen bireyler”,
Taylor sisteminin devamı için zorunluluk...
Yönetici yetiştirmek aynı zamanda ortak kozmopoliten bir iş kültürünün
gelişmesine de yardımcı oluyor. Bu kültürle yoğrulan yöneticilerin birçoğu
ulusal kurumlarda başladıkları kariyerlerine Uluslararası Para Fonu (IMF),
Dünya Bankası, Avrupa Merkez Bankası, Amerikan Merkez Bankası (FED) gibi Küresel Ticari Dünya kuruluşlarında devam edebiliyorlar. Bunların aralarından da ilişki
ağını ve becerisini iyi yönetebilenler (özellikle günümüzde çok yoğun
karşılaştığımız üzere) ulusal hükümetlerin
başında veya kurullarında kendilerine yer buluyorlar. Bu duruma en güncel
örnekler, 2011 yılı itibariyle Yunanistan ve İtalya’dan verilebilir. Yani ortak bir disiplin ve kültür
etrafında küresel bir çekirdek kendi etrafında dönmeye devam ediyor.
Bu noktada yönetim bilimlerinden mezun olan gençlerin işgücü piyasasında
hangi sektörlerde ağırlıklı olarak istihdam edildiklerinin de ortaya konması
gerekir. Acaba bu gençlerin ne kadarı “yönetiyor”? Çünkü işgücü
piyasasının beklentilerine uygun her türlü “fark yaratıcı” bilgiyle
donanan genç insanlar, çok farklı bir ortamla karşılaşınca (örneğin,
yönetilemeyen ve çözüm bulunması gereken sorunlar…) bu yetileri nerede, nasıl ve ne için
kullanacaklarını da bilemez hale geliyorlar.
Sonuçta
çok büyük bir ironi yaşıyoruz: Kapitalizm ideolojisini, serbest piyasayı,
kişisel risk almayı öğütleyen birçok işletmenin lideri, kapitalist değil,
yönetici ve metodoloji konusunda uzmanlaşmış bürokratik çalışanlar oluyorlar.
İktisadi aklın bireyleri oluyorlar. Yönetici olarak en çok korktukları da “risk
almak' oluyor...
Günümüzde de birçok
akademik kurum, temel bilgiyi kullanarak düşünmekten çok, yönetme becerisi ve
metodlarını öğretiyor gibi geliyor bana. Temel bilgi zaten insan odaklıdır ve düşünceyi
gerektirir ve çoğu zaman “profesyonel” ve “faydacı” olmayabilir.
Eğer eğitim profesyonel olmayan düşünceyi cezalandırmaya başlarsa, temel bilgi
de sürekli rötuşlanarak piyasanın hizmetinde olmaya devam eder. Piyasanın
hizmetinde olmaya devam edecek bir temel bilgiyle sosyo-ekonomik sorunların
çözümü değil, yönetilebilirliği mümkündür diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder