19 Mart 2013 Salı

EĞİTİM ŞART !!
 
Üniversitede göreve başlayalı 23 yıl olmuş. 2000'lerde öğrencilerimden bana geçen hissiyat şu şekilde:

Hayatları örnek olay çözerek ve sayıları analiz ederek geçmeye başlayan mezunlar, çalışma hayatının bitmek bilmez talepleriyle karşılaşınca insani problemleri çoğalmaya başlıyor. Tükenmiş bireyler çalıştıkları örgütleri enkaza çevirmeye başlayınca, Yönetimin Sosyal Psikolojisi gibi içerikler zirveye çıkıyor... 

Bugün en çok rağbet gören içeriklerden bazılarını da şöyle görüyorum: 
  • Ailevi sorunların çözümü, 
  • Bireylerin duygusal yaşamı ve bireysel arzularla kariyer hedefleri arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi… 
80'lerde benzer içerikli derslere ihtiyacın patlamasıyla beraber Profesör Abraham Zaleznik’in 1985 yılında The New York Times gazetesindeki söyleşisinden aktarayım: “İnsanları, yönetimden ayrı bir şey gibi tutuyorduk, sanki onlar yokmuş gibi. Öğrenciler; faydacı ve hesap yapıcı olarak eğitiliyorlardı. Sonuç olarak, aile hayatının sıcaklığından ve kendilerinden kaçmaya başlıyorlardı. Halbuki birçok etkili liderin karakteristikleri arasında samimiyet ve yetiştirme kapasitesi bulunmaktadır”. Kuşkusuz insani problemleri “çözülemese de yönetilebilen bireyler”, Taylor sisteminin devamı için zorunluluk...

Yönetici yetiştirmek aynı zamanda ortak kozmopoliten bir iş kültürünün gelişmesine de yardımcı oluyor. Bu kültürle yoğrulan yöneticilerin birçoğu ulusal kurumlarda başladıkları kariyerlerine Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Avrupa Merkez Bankası, Amerikan Merkez Bankası (FED) gibi Küresel Ticari Dünya kuruluşlarında devam edebiliyorlar. Bunların aralarından da ilişki ağını ve becerisini iyi yönetebilenler (özellikle günümüzde çok yoğun karşılaştığımız üzere)  ulusal hükümetlerin başında veya kurullarında kendilerine yer buluyorlar. Bu duruma en güncel örnekler, 2011 yılı itibariyle Yunanistan ve İtalya’dan verilebilir.  Yani ortak bir disiplin ve kültür etrafında küresel bir çekirdek kendi etrafında dönmeye devam ediyor.

Bu noktada yönetim bilimlerinden mezun olan gençlerin işgücü piyasasında hangi sektörlerde ağırlıklı olarak istihdam edildiklerinin de ortaya konması gerekir. Acaba bu gençlerin ne kadarı “yönetiyor”? Çünkü işgücü piyasasının beklentilerine uygun her türlü “fark yaratıcı” bilgiyle donanan genç insanlar, çok farklı bir ortamla karşılaşınca (örneğin, yönetilemeyen ve çözüm bulunması gereken sorunlar…)  bu yetileri nerede, nasıl ve ne için kullanacaklarını da bilemez hale geliyorlar.

Sonuçta çok büyük bir ironi yaşıyoruz: Kapitalizm ideolojisini, serbest piyasayı, kişisel risk almayı öğütleyen birçok işletmenin lideri, kapitalist değil, yönetici ve metodoloji konusunda uzmanlaşmış bürokratik çalışanlar oluyorlar. İktisadi aklın bireyleri oluyorlar. Yönetici olarak en çok korktukları da “risk almak' oluyor..
 
Günümüzde de birçok akademik kurum, temel bilgiyi kullanarak düşünmekten çok, yönetme becerisi ve metodlarını öğretiyor gibi geliyor bana. Temel bilgi zaten insan odaklıdır ve düşünceyi gerektirir ve çoğu zaman “profesyonel” ve “faydacı” olmayabilir. Eğer eğitim profesyonel olmayan düşünceyi cezalandırmaya başlarsa, temel bilgi de sürekli rötuşlanarak piyasanın hizmetinde olmaya devam eder. Piyasanın hizmetinde olmaya devam edecek bir temel bilgiyle sosyo-ekonomik sorunların çözümü değil, yönetilebilirliği mümkündür diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder