Şizofreni; endüstrileşmenin ve modernitenin semiren çocuğu...
Batılı ülkelerde daha vahim, daha sert ve daha acımasız…
Son 50 yılın araştırmalarıyla sabit bu.
Gelişmiş ülkelerde çoktan tahtta, yeri sağlam… Gelişmekte
olan ülkeler ise özel diyetinde; körpecik vatandaşlarını çıtır çıtır yiyiyor…
Bir kaç konuyu merak edip duruyorum nicedir, bir yazayım
bakayım.
Mesela çıkış noktasını şöyle tanımlasak da oradan bir yola
çıksak?
Bugün kültürel devamlılığın üzerine oturduğu altyapı=
Kapitalizm-Bilimsel Materyalizm ve Serbest Bürokrasi (Ben öyle diyorum…Herşey
serbest, bürokrasi kalktı diyene de…b.k kalktı diyebiliyorum)…bunun devamında
da: Homo-tüketimos-dolayısıyla faydacılık-dolayısıyla açgözlülük-rekabet ve
ayak kaydırma…ben buradan yola çıktım bile…
Şimdi bu kültürün tamamen ‘farkında olan’ üst-düzey
homo-sapienler, korkuyu bu atmosferde daim kılarak herkese kendini sorgulatma
ve gerçek dünyanın farkına vardırma ilüzyonunu hakim kılıyorlar…
Daha önceki blog yazılarımda değindiğim üzere, sosyal
medyanın birbiriyle tamamen ilgisiz bir çok dünyevi travmatik konuyu
‘farkındalığın artması gerektiği’ kisvesiyle günlük hayatımıza yapıştırıp
ilişkilendirmesi, gözümüze gözümüze sokması (juxtaposition) ‘yarın’ korkusunu,
kaygıyı ve genel korkuyu körüklüyor. Bu korkunun aşılmasında da yine
‘farkındalık çalışmalarından’ medet umuluyor…diyorum. Tam sarmal yani…
Bakalım dünyanın önde gelen nöropsikologları, şizofreni
üzerine çalışan psikologları, felsefecileri ve doktorlarından (Iain McGilchrist,
Louis Sass, Dan Zahavi, Giovanni Stanghellini ve Josef Parnas) bir paçalla
konuyu nereye bağlıyoruz…
Bunlardan şizofreni konusunda büyük otorite Prof. Louis
Sass’dan devamla:
‘….ben modern insanın bu takıntısına ‘hiperfarkındalık’
diyorum. Benliğin ve öz-tecrübenin öğeleri olan ve mutlaka sezgisel ve
bilinçdışı kalması gereken öğeler, garip bir pürdikkatçiliğin öğeleri oldu…Farkındalığın
seviyeleri çoğaldı, üredi…Birinin kendi-farkındalığının farkına varması ve
devamında bu düzeyle yetinememesi gibi…Bunun sonucunda benim bazı danışanlarımda
gözlemlediğim şu oldu: Bir bacağın yürümek için diğerinin önüne gelmesi gereği
gibi günlük otomatik eylemlerde bile düşünce felçleri oluşmaya başladı…
Bir danışanım; ‘kendi hareketlerimden emin olamıyorum, ne
yapılacağını düşünmek zor değil, onun farkındayım, beni sıkıştıran onu
yapabilmek’…dedi.
Bir diğeri; ‘İnsanlar nasıl yapıyorlar gıpta ediyorum, ben
önce sen nasıl yapıyorsun diye izlemek ve farketmek zorundayım’ dedi…
Bir diğeri; ‘Herşeyi adım adım yapmam gerekiyor, bu hayatta
hiçbir şey otomatik değil artık, herşeyin farkında olunmalı’ dedi…
Bu durumlar size abartılı gelebilir belki ama hergeçen gün
artan sayıda insanla uğraşıyorum. Bu hiperfarkındalık olgusu, önce sarsıyor,
kendine getiriyor sonra yavaş yavaş insanın kendi vücuduna veya sezgilerine
olan inancını törpülüyor (nitekim kazayla senden bir tık daha farkında olanı
farkedersen-yani öyle olduğuna kanaat getirirsen- yeni sorgu başlatma sarmalına
girebiliyorsun). Louis Sass buna Farkındalık Girdabı diyor…
Hatırlarsak, Erich Fromm modern insanı; ‘yalnız-sıkılmış-hep
kaygılı-pasif ve sürekli arayan’ diye tanımlıyordu...
Yukarıdaki beş büyük otorite şizofreniye giden yolu şöyle
tanımlıyor:
- Önce hiperfarkındalık
- Sonra kişisel sezgilerin ve kişilik özelliklerinin törpülenmesi
- Ve nihayet somut dünyacılık…
Ne enteresan; insanın farkındalığının günden güne artması
mutlaka beraberinde özgüveni, deneysel tecrübeyi ve dinginliği getirmiyor.
Bu farkındalık işlerini hayatının merkezine koyup, bir türlü
çıkaramayan çok insan görüyorum… Ama asıl gördüğüm halet-i ruhiyenin ‘herşeye
kadirlikle-acizlik (omnipotent-impotent) arasında acaip bir seyir izlemesi…
Psikoloji diyor ki: yaygın inanışın aksine şizofreni
bölünmüş kişilik değildir. Şizofreni kişinin neyin gerçek neyin hayali olduğunu
anlayamadığı bir zihinsel hastalık, bir psikozdur. Zaman zaman psikotik
rahatsızlığı olanlar gerçekle ilişkilerini kaybederler. Dünya kafa karıştırıcı
düşünceler, görüntüler ve sesler karmaşası gibi görünebilir. Şizofrenlerin
davranışları çok garip hatta şok edici olabilir…
Hem korkutucu hem düşündürücü…herkes kendi farkındalığına
ulaştıkça dış dünyayla bağı kopartmanın ne sakıncası olabilir:))
Neyin gerçek neyin hayal olduğunu da zaten bugünkü sosyal
medyayla (medya hiç sosyal olabilir mi allahaşkına bir kere düşün !)
anlamak mümkün olmadığına göre…eh…belki de tek yol…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder