29 Ağustos 2014 Cuma

CAHİLİYE

Bugün biraz uzun bir yazı olacak...alıntılar var...peşinen sabır bekliyorum:)

Dün feyisbukta bir paylaşımım olmuştu. Şöyleydi:

'Hırslının hırsız ve cahil olması
Soyulanın karacahil olması
Zenginin ortama kul-köle olması
Bilge'nin işine bakması
Entelin aydın olmaması
Nesillere hafıza bırakılamaması
Ve bunların hepsinin sabah trafiğinde olması...
Haliyle joyyy efem joyy'...

1985 yılında Seyyid Kutup'un ismini ilk kez üniversitede katıldığım bir konferansta duymuştum. O dönemde arkadaşlarım arasında gayet ciddi bu ismi okuyanlar vardı. Meraka istinaden ve uğraştığım konularla ilgili olduğundan okumaya başlamıştım. O dönem Ankara Cumhuriyet bürosunda muhabirlik yapıyordum. Büroda benim gibi hiç duymayan yığınla abilerim vardı...

Türk solu ve aydınlarının 'solları' o dönemlerde -benim gözlemimle- şöyleydi:
  • 'Kürt enteljansyasının solu kurtaracağı, halkların kardeşliğinin egemen olacağı tartışmaları'
  • 'Saz-soğan-ekmek-şarap' dörtlüsü ekseninde aydınlanma sohbetleri ve 'sen ne anlarsın lan bunlardan' muhalefeti... 
  •  
  • Marx'ın çorbası, pilavı, hamsili baklavası herşey olur Marxdan tarifleri,
  • 'Yeni yeni filizlenen doğu kültürüne öykünme ve söz söyleme sanatını, sol literatürle bağdaştırma çabaları' vb... yani bugünle yakından uzaktan ilgisi olmayan bir sol söylem gündemi:))) 

Aslında ciddi bir başarı da sözkonusu: son cımhırbaşkanlığı seçimlerinde şeker-dürüst !!!-sempatik-yeni !!!- demokrat !!!!-herkese umut veren filan isimler de vardı :)) Ama hiç yadırgamamak gerek. Köylerden 'gönüllü olarak toplanmış' 12-13 yaşlarındaki kızlara kadınlık konusunda yoldaş desteği verdiği onlarca kürt haber sitesine ve zulme uğramış kızların röportajlarına yansıyan, insanları şahsen infaz ettiğini video görüntülerindeki söyleşilerinde paylaşan bir canlıya 'Sayın' denme noktasına gelinmesini, 'demokratik kazanım' olarak gören kimi yurt insanı için bunlar zaten normal olmalı...

Benim anlayamadığım; anlı-şanlı kadın çalışmalarıyla nam salan üniversitelerin kimi kadın porof zevatının, Apo tarafından kitaplarının okunmasının paye olarak nasıl görüldüğüydü ki meğerse demokratik kazanımmış...

Herneyse; o dönemlerde henüz kafa kesmeler vaka-i adiyeden olmadığından, yine henüz biiiçleşememiş sahil kenarlarının konuları da 'ya bu gümüşlük bitmesin ilerde yaaa' vb konulardı...yani yine bugünden tamamen farklı:))

Şimdi benim dün feyisbukta paylaştığım ve içinde çeşitli defalar cehalete atıf yaptığım cümlelerin cehalet bölümüne, KİM CAHİL ASLINDA? sorunsalından bir ek yapıyorum aşağıya...Kim kimi nasıl cahil görüyor? (meraklısı için cahiliye: Özel olarak Araplar’ın İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat telakkilerini, genel olarak da kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir terim. Cehl kökünden türetilmiş olup eski sözlüklerde bu kelimeye ilmin zıddı olarak genellikle “bilgisizlik” anlamı verilir (Cevherî, es-Sıhâh, “chl” md.; Lisânü’l-Arab, “chl” md.; Tâcü’l-arûs, “chl” md.). Râgıb el-İsfahânî cehlin üç değişik anlamından söz ederek “nefsin bilgiden yoksun olması” şeklindeki ilk anlamın kelimenin asıl mânası olduğunu ifade eder. Diğer iki anlamı ise “bir konuda doğru olanın tersine inanma” ve “bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma”dır.)
Sonra parklarda halk buluşmalarına, biiiçlerde 'ya hayvann bunlar kafa kesilir mi yaa'lara nasıl olsa devam ediyor olacağız hep beraber...demokratik kazanımlarımıza devam ederken...

Müslüman Kardeşleri, Türkiye'de iktidarın bir çok danışmanını derinden etkileyen el-Ezher yaklaşımını vb merak edenler için bir göz atmak iyi olabilir Kutup'a. Yani 'anı yaşamak' kadar ilgi gösterilmesi kifayet eder bence:)) Bir not daha: Seyyid Kutup düşüncesi bir çok İslam alimince ılımlı ve terörü önleyici bir yaklaşım olarak kabul edilir. Tabii kitaplarını ve çok çeşitli yorumları okumak gerekli.
Buyrun...Seyyid Kutup ve bir çok insanın düşüncesini derinden sarsan Yoldaki İşaretler'inden bazı alıntılar:







24 Ağustos 2014 Pazar

ZEITROFFER FENOMENİ

Günlerden birgün, 66 yaşında emekli bir Alman memur otoyolda arabasını sürerken bir anda karşısından, yanından gelip geçen objelerin çılgınca bir hızla üstüne üstüne geldiğini görüp şok vaziyette frene basar...araba durduğu halde hayata dair herşey delice bir hızla hareket etmektedir...

İkinci gün bu durum değişmemiştir ve inanılmaz bir stres altında Heinrich Heine Nöroloji Hastahanesine kabul edilir...durumu anlatırken, "Birisi hayatımda hızlı oynat tuşuna bastı" der..."televizyon seyredemiyorum, hayat, herşey çok hızlı geçiyor" diye devam eder. Beyin tomografisi çekilir, prefrontal kortekste lezyon tesbit edilir. Zamanı algılamasında bir anormallik bulunmaz ancak zaman onun için çok hızlı geçmektedir...

Dr. Ferdinand Binkofski ve Dr.Richard Block hastanın üzerinde çalışmaya başlayınca çok enteresan bir durumla karşılaşırlar: Kendisinden 60 saniyelik bir zamanı tahmin etmesi istenir. Süreyi istediği zaman başlatıp bitirecektir. Her seferinde 286 saniye sonra bir dakikanın geçtiğini tahmin etmektedir...yani onun bir dakika algısının içinde 286 saniye vardır...onlarca defa tekrar edilir, sonuç değişmez... 
Bilimadamlarının bazılarının yorumu şöyledir: herbirimizde zamanın akışını "SÜBJEKTİF" olarak algılamamızı sağlayan içsel bir ritm hızı bulunmaktadır...lezyon olsun olmasın...

Tartışma ise şu: etrafımızdaki herşeyi kendi zaman algımıza göre mi algılıyoruz? 

Zeitroffer almanca; filmin görünür hareketini hızlandıran bir aparat. Yani normal akışı hızlandırıyor. Bugüne kadar tanımlanması ve anlaşılması zor bazı koşullar altında, bazı insanlar yaşadıkları hayatın anlarının üstlerine üstlerine çok hızlı geldiğini söylüyor...duranlar, kendilerini durdurmaya çalışanlar var:)) 

Az sonra bu fenomeni tüketime tapar hale gelmemiz ve satın alarak rahatlamamız olgusuyla birleştirmeye çalışacağım...az dur...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

YALNIZ-AYKIRI VE ŞİZOFREN ???

Bir önceki yazıda değindiğim konudan takiben eveli hafta Amsterdam Vrije Üniversitesi'nde katıldığım iki oturumdaki bulgu ve tartışmalara değineyim...
Sosyal Sinirbilimcilerin düzenlediği iki oturumda üç boyutlu ve çok yüksek çözünürlüklü sistemlerin kullanıldığı beyin takip çalışmalarını izleme ve sonuçlarının sentezlenmesine katılma imkanım oldu. Biliminsanlarının büyük çoğunluğunun üzerinde hemfikir olduğu konu şuydu:
Yığın teknolojik kültür kullanımı, 
Şehirleşme, 
Mekanizasyon (bu oturumda makineye dayalılığın yüceltilmesi), 
Doğal hayatı-faunayı tahriple beraber doğal hayata yabancılaşma, 
Çekirdek aile gibi küçük sosyal birimlerin erozyona uğraması, 
Mobilitenin (yolculuklar, yurt-içi/yurt-dışı iş değiştirmeler) görülmemiş ölçüde artması zihinsel hastalıkların patlama göstermesiyle doğru orantılı... (Hatta tesadüf bugünkü Hürriyetin internet manşeti: Türkiye'de 2009 yılında psikoloğa giden 3 milyon, 2013 yılında 9 milyon...)
Birçok sosyal sinirbilimci toplantıda bugünkü modern çağın temsilcileri olan insanları 'Yalnız ve Aykırı' olarak isimlendiriyordu:))

'Yalnız ve Aykırı'nın hayatı algılama biçimi bölük-pörçük...
Sosyal medyadan yağan birbiriyle hiç ilişkisiz bilgi sarmalı ve gerçek tecrübenin yerine geçen 'ekrana dayalı vekil-sanal tecrübe', Yalnız ve Aykırıyı gerçek ve büyük resimden alıkoyup sadece bölük-pörçük gerçekliğe odaklıyor...

Dehşet verici görsellik bombardımanı (hertürlüsü...) ve diğer insanlardan zaman ve mekan olarak kopukluğun artması; yabancılık ve içinde bulunduğu ortamca 'kendisinin bir türlü anlaşılamadığı' hissiyatını güçlendiriyor...

Sosyal dışlanmışlık ve anlaşılamama hissi, çalışma hayatında ikili diyaloglarda şiddetli refleksif cevapların ve agresifliğin tetikçisi oluyor...tabii bu bir sarmal...agresiflik arttıkça çevre tarafından dışlanma da artıyor...

'Yalnız ve Aykırı'nın kavram çağı deliliğinin yarattığı yeni kavramlara uyum sağlamaya kendini mecbur hissetmesi (çünkü bir çoğu kendisinin de katkı verdiği teknolojilerin yan etkileri...) saçma sapan bir kavramdan diğerine sızan absürd bilgilerle birlikte 'gerçek ve bütün hayatın algılanma biçimini' alt-üst ediyor...

Bu insanları anlamak durumunda kalan diğerleri de, kendilerini, kendi algılarının tamamen dışında bir hayat sürene karşı çaresizce empati yapmak zorunda bırakılıyorlar...

Çünkü her türlü yeni yönetim ve kişisel gelişim ve başarılı ekip eğitimi -ne tesadüf- empatiye dayandırılıyor...Sonuç? Empati uğruna debelenen çalışanlar toplamı...

Biliminsanları beynin verdiği cevaplara dayanarak bu çağın 'sanal-yaşanmamış tecrübelerini' gayet şizofrenik tecrübeler olarak değerlendiriyorlar...

Şimdi gelelim zihni kurcalayan sentezlere...
İçinde bulunduğumuz teknolojiyle yönetim çağında birçoğunda şizofrenik algılamanın hüküm sürdüğüne inanılan 'Yalnız ve Aykırı'lar en çok 'İletişim (IT)-Fen Bilimleri ve Yönetim' alanlarında istihdam ediliyorlar:)))
Geleceğin dünyasına yön veren ve verecek olanlarla nasıl bir dünya olacağı tartışılıyor...
Devamı oldukça konuşuruz...


9 Ağustos 2014 Cumartesi

LANGIAN VE ANTROPOMORFİZM BİRLEŞİR Mİ?

Bu yaz dönemi eğitimler seyreldikçe yeni hazırladığım kitap için bilimsel çalışmalar ve seyahatler-şükür-çoğaldı. Bu ara katıldığım seminer ve okuduğum kitaplardan kısa bir paylaşımda bulunayım istedim.
Langian; ingilizce belonging kelimesinin kökeniymiş. Longing olarak evriliyor...'kendi yerime-evime duygusal olarak bağlanma hissiyatı...evimdeyim...kalıcı bir yerdeyim...kalıcılık...' yani.
Antropomorfizm; yaklaşık olarak popüler açıklaması: insan şekilcilik... insan şeklinin ya da özelliklerinin insan olmayan objelere/hayvanlara yakıştırılması. Uhrevi boyutu da var ama benim bu yazıdaki konum o değil.
Kısaca şu;
Kapitalizm-Bilimsel Materyalizm-Akılcılık-Sürekli mobil olma hali (tatil amaçlı yolculuklar dahil), Tüketicilik, Şehirleşme, duyduğumuz bilginin Juxtaposition hali (birbiriyle ilgisiz olan bilgilerin kafa karıştırma amaçlı ilişkilendirilmesi), bize ve bilincimize çook uzak olayların özellikle sosyal medya aracılığıyla 'bize aitmiş gibi' bilincimize yerleştirilmesi beraberinde, gündelik hayatımızdaki 'bilinmez uyaranlarımızı' coşturuyor...Aidiyet ihtiyacı tavan yapıyor...Bir yere-şeye ait olamadığımız dürtüsü beslenip güçleniyor. 
Soru şu: Kedimizi, köpeğimizi, arabamızı, kalemimizi, atkımızı, binamızı vesairemizi acaba gittikçe insan suretiyle tasvir ihtiyacı içinde olmamız 'aidiyet ihtiyacıyla' ne kadar açıklanabilir? 
'Yalnız benimkisi kedi değil kendini insan sanıyor...Konuşuyor yani...şuna bak şuna'...
'Bu köpek değil benle oturup dertleşiyor alenen...'
Sadece yalnızlıkla açıklanmıyor...
Nasıl gittikçe yalnızlaşıyor ve bunu 'rasyonelleştiriyoruz'? 
Medya ve sosyal-medya bize ne yapıyor?
Modernizmden bu yana sosyal sinirbilimcilerin üzerinde çalıştığı bitmeyecek konular...yeni beyin çalışmalarıyla enteresan ilişkilendirmeler yapılıyor.
Konuyla ilgili ben de -kendi çapımda- araştırıyorum...Eh sohbet ederiz daha...