Beni biliyorsun, yeri biliyorsun, buradaki seni biliyorsun...tek yapacağın pasaporttan gevrek çay, sıcaktan alınteri ve seferihisardan mandalina...devam et dedi...
Bu yaşta yorgunluğa dinginlik, konakpierden denize bakmaya huzur, sessizliğe;hasret, sözsüzlüğe saygı demem gerekeceğini bir kere daha öğretiyor izmir...
Biliyordum diyemiyorum...
Herşeyi yine yeniden öğrenmek gerekiyormuş...diyebiliyorum
Niye yolculuk öncesi herşey kendiliğinden düzgün, mutlu ve beden kendini salmaya hasret ?
Yattığın odanda cam açıkken esen rüzgar tülü havalandırırken, dışarıdan duyduğun çocuk, çekiç, martı, kumru ve seyyarın sesi niye müzik?
Ayağın çok çabuk ısınan çarşafta serin bir yeri kolaçan edip bulduğunda, yüzüne yayılan mayışıklık, terleyen ensenden yastığı bir öyle bir böyle çevirirken duyduğun şükranlı rahatsızlık...
Yaz; hiçbir şeyi değiştirmiyor aslında...
Gerçek duygumuzu, hissiyatımızı ve özlemimizi sıkıştırdığımız zaman yaz..sanki...
Yaz aşkı mı? Hayır...o gerçek aşk...sadece eylülden itibaren yapay ve rutin gerçeğimiz olduğundan ona yaz aşkı, buna yaz havası, berikine tatil hali diyoruz.
Bu şekilde çalışmak insan tabiatına aykırı...sen biliyorsun o şekli...
Yazın her yaptığımız aslolan... gerçek...
Sağ lobun efendi, sol lobun köle olduğunu hatırladığımız nadir anlar yani...
Yaz biterken neye özlem duyuyorsak, neye burkuluyorsak neye aç kalmış olarak yola devam ediyorsak...gerçek ihtiyaç ve gerçeklik o...
2000'ler; kişisel aymışlık, farkındalık, eşelenme, deşme yılları...duydukça şaşırma, şaşırdıkça daha fazla duyma, daha fazla deşme ve farkındalık arttıkça haz alma, ben artık eski ben değilim-olamam, artık hayatımın ipleri benim elimde, yeter yeterrrrr artık sıra bende yılları...
Oradaki kurs bitince buradakine sarılma, buradaki bitince daha fazla kendimi nasıl deşebilirim turlarına çıkma, susma, inziva, varışa değil bizzat cörniye odaklanma, aniden üzerimize çöken ağır ağır manalı gülümseme halleri, anlayış, sevgi ve bağışlayıcılıkla dolma, arınma, Mevlana'nın duyulmadık sözlerini deşme, iki ay önce sofra tuzu diye duyduğu Lao Tzu'nun müdavimi olma, yaşlı bilgelerin sözlerinin tamamının kendi hayatı için söylendiğini sanmaya başlama, devinme, devrilme, silkelenme yılları...
Kiminin parası çok, zamanı b..k; ay evde boş boş oturacağıma bari kendimi deşeyim ve hatta erip başkasını da deşeyim, dur yahu fena bişi değilmiş bu işler diyerek...
Kiminin trend bu, ben de bu tren(d)e bineyim diyerek,
Kiminin hakikaten ererek:))
Kiminin 'haydaa kendi elimle canavarlar yarattım' diyerek,
Ama hemen herkesin korpırıt rutin giyotininin kelleyi almadan önce uzattığı son kapılardan biri olarak...
2000'li yıllar...
Çorap söküğü gibi gelecek artık gerisi...yeni bir korpırıt canavar daha...
Laom Tzum; sen bile korpırıtın adamı oldun...
Mark Knopfler: Everybody Pays...
i got shot off my horse so what? i'm up again and playing in one of these big saloons on main you can come up here take a look around these sinners' dens you're only ever going to find one or two real games nobody's driving me underground not yet anyway but either on the strip or on the edge of town everybody pays everybody pays to play
yeah, you ought to stay right where you are in sawdust land it's probably the safest place to be with your greasy little pork pies and your shoestring hands it makes no difference to me all those directions which we never took to go our different ways who went and wrote the oldest story in the book? everybody pays everybody pays to play
curl up inside a boxcar dream and disappear with a couple low roller friends you were never one for trouble so get out of here i knew the game was dangerous back then but nobody's breezing through these swinging doors just ups and walks away everybody has to leave some blood here on the floor everybody pays everybody pays to play